Ana içeriğe atla

Mira ve Zamanın İzinde – Bölüm 4: Geleceğin Ritmi

 


Mira ve Zamanın İzinde – Bölüm 4: Geleceğin Ritmi 

Seattle artık Mira’ya tanıdık bir vücut gibi geliyordu. Şehri ezberlemişti: sabahki sisin kalınlığı, ışığın pencere camında bıraktığı izler, laboratuvardaki bilgisayarın açılış sesi. Ama ezberlediği şeylerin arasında zaman yoktu. Çünkü zaman artık ölçülen değil, duyguyla dokunan bir şeydi.


Yeni projesi “Zamanın Ritmi: Çocukluk, Teknoloji ve Hafıza” adını taşıyordu. Mira bu kez çocuklarla çalışacaktı. Toplumun geleceği olan zihinleri, zaman algısını nasıl şekillendiriyordu? Dijital çağ, anıları ne kadar hızlandırmıştı? Kalp atışları, parmak hareketleri, oyun süreleri — hepsi yeni bir bilimsel düzleme taşınıyordu.


İlk katılımcı altı yaşında bir çocuktu. Laboratuvara girdiğinde Mira’yı tanımadı ama EEG cihazına gülümsedi. Mira’nın ilgisini çeken şey onun oyun oynarken zamanı nasıl hissettiğiydi. Dalgalar kaydedildi, ama Mira’nın zihninde çocuğun söylediği cümle kaldı: “Oyunun bitmesini istemediğimde zaman daha yavaş.” Bilimsel bir veri değil belki — ama içgörüydü. Ve belki de bilim bundan ibaretti.


Çocuklarla yapılan deneylerin birinde Mira, bir grup dijital uygulama üzerinden zaman algısı eğitimi veriyordu. Algı egzersizlerinde süreyi hissederek değil, sesle tanımlayarak çalışıyorlardı. Bir çocuk, sessizliği ‘1 saniye’ olarak tanımladı. Bir başkası, annesinin sarılmasını ‘zamanın dışına çıkmak’ diye yorumladı. Mira, verileri incelediğinde duygunun zaman ölçüsünü bozduğunu fark etti.


Bir gece laboratuvarda yapay zekâ destekli ritim analiz sistemi geliştirdi. Kodlar arasında kaybolurken, sistemin Mira'nın kendi ses tonuna duyarlılık gösterdiğini fark etti. Zaman artık sadece mekanik değil; biyolojik, duygusal, kişisel bir titreşim hâlini alıyordu. Sistem ona, “Bugün duygusal ritmin düşük,” dediğinde Mira güldü. Belki algoritmalar bazen seni kendinden daha iyi tanıyabiliyordu.


Projede bir sonraki adım, dijital hafızaya sahip çocukların geçmiş deneyimleriyle zaman algısını nasıl bağladıklarını izlemekti. Mira okuldan seçilen bir grup çocuğun eski ses kayıtlarını dinletti ve onları zamanla eşleştirmelerini istedi. Bir çocuk, “Bu ses bana üç yıl önceki yazı hatırlatıyor,” dedi. Mira'nın gözleri doldu. Zaman ölçülmemişti. Sadece hissettirilmişti.


Konferans yaklaşırken Mira’nın kafasında yalnızca grafikler değil, çocukların cümleleri yankılanıyordu. “Zaman annemin kokusu gibi,” demişti biri. Mira bunu sunumun başlığı yaptı. Konferansta teknolojinin zamanla nasıl bir empati kurabileceğini anlattı. Bilimsel verilerin arasında çocukların seslerini de çaldı. Katılımcılar sessizdi. Biri fısıldadı: “Bu sadece bilim değil; duygu.”


Konferans sonrası Mira üniversitenin avlusunda yürürken küçük bir çocuk yanına geldi. “Zaman nedir?” diye sordu. Mira sustu. Sonra cevap verdi: “Zaman, duygunun ritmidir. Senin kalbinin atışıdır. Sesinin uzaması, bakışının süresidir.”


Eve döndüğünde bilgisayarına bir not yazdı:  

“Geleceği anlamak için algoritmalar yetmez. Çocuklar gerekir.”


Annesiyle yaptığı bir telefon görüşmesinde Mira araştırmasını anlattı. Annesi güldü, “Zamanı ilk kez senin gülüşünde fark etmiştim,” dedi. Mira o cümleyi veritabanına ‘duyusal zaman tanımı’ olarak kaydetti.


Gecenin ilerleyen saatlerinde Mira bir ses kaydı dinledi. Küçük bir çocuk ağlarken annesi ‘sakin ol, her şey geçecek’ diyordu. EEG verisine göre çocuk o anda zaman algısını kaybetmişti. Mira sustu. Zaman sadece geçen değil, bazen duran bir şeydi. Özellikle sarıldığında.


Son verileri incelerken sistem ona bir grafik sundu: ritim, ses, dokunma ve duygu ekseninde zamanın dalga modeli. Mira baktı. Bilim nihayet insana benzemeye başlamıştı.


O gece şu cümleyi yazdı günlüğüne:  

“Geleceğin ritmi çocukların gülüşlerinde saklıdır.”


Ve Mira ilk kez bilim ile sevgi arasında bir çizgi olmadığını fark etti. Çünkü zaman, en çok bir bakışta anlaşılır. Ve bilim, o bakışın kaydını tutabildiğinde iyileştirici olur.

Bu hikâye kişisel bir üretimdir. Lütfen emek ve yaratıcılığa saygı gösteriniz.”

04.08.2025

Mesime Elif Ünalmış 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

YARDIMLAŞMA

               YARDIMLAŞMA ⭐ Tayfun, diğer arkadaşlarıyla teneffüse çıkmış, okul bahçesinde oynuyordu. Etrafında durmaksızın koşturan çocuklara bakıyordu. Tayfun, sakin bir çocuk olduğundan genelde bir köşede oturup arkadaşlarını izliyordu. Tayfun, peşinde koşturan sınıf arkadaşının düştüğünü görünce yerinden fırlayarak yardıma koştu. Gökhan fena düşmüştü ve acı içinde kıvranıyordu. Hemen ardından nöbetçi öğretmen yetişti ve Gökhan'ın yardımına koştu. Öğretmen ambulansı çağırarak Gökhan'ın hastaneye gitmesini sağladı. Ambulansın gelmesini beklerken, komşulardan biri olan Tayfun'un annesi, Gökhan'a ve öğretmenlere yardımcı olmak için geldi. Tayfun, arkadaşı için çok üzülmüştü. O günden sonra, müdür bey çocukların kolektif oyunlar oynamaları için belli kurallar çerçevesinde güzel oyunlar oynamalarını teşvik edecek konuşmalar yaptı. Koşturmadan da güzel oyunlar oynayabileceklerini hatırlattı. Bu olay, Tayfun'un arkadaşlarına daha çok yardım etmeye ba...

KAVRAMSAL ÖYKÜLER

🌼  Sevgi🌼 Dilek, henüz 1. sınıfa gidiyordu. Sapsarı saçları ve mavi gözleriyle çok sevimliydi. Dilek, okulun açılmasıyla yeni arkadaşlar edinmiş ve okuluna iyice alışmaya başlamıştı. Yeni şeyler öğrenmek onu heyecanlandırıyordu. Okulu çok seviyordu ve arkadaşlarını da çok değerli buluyordu. Ancak en çok arkadaşı Semra'yı seviyordu. Semra'nın babası öğretmen olduğu için başka bir okula tayin olmuştu ve Semra'dan ayrılmak zorunda kaldı. Dilek bu duruma çok üzülmüştü. Ancak annesi durumu kabul etmesi için Dilek'i karşısına alarak durumu izah etti. Annesi, Dilek'in dilediği zaman Semra'yı arayabileceğini söyledi. Dilek bunun üzerine çok sevindi. O günden sonra bütün dikkatini okula vererek yeni şeyler öğrenmeye devam etti. Aradan geçen zaman içinde arkadaşlarını aramayı da ihmal etmedi. Dilek, yeni arkadaşlar edinmeye ve sınıfında daha aktif olmaya devam etti. Semra'yla da sık sık telefonla konuşarak bağlarını koparmadı. Okulda öğrendiği yeni bilgileri ve ya...

Hatay Depreminin İkinci Yıldönümü: Yıkımın ve Umudun İzleri

  Hatay'da depremin üzerinden iki yıl geçti. Ancak, bu doğal afetin açtığı yaralar hala sarılmayı bekliyor. Depremzedeler, yaşadıkları acıları ve çaresizlikleri unutamıyor. Onların hikayeleri, bizlere dayanışmanın ve insanlığın önemini hatırlatıyor. Depremde evlerini, sevdiklerini kaybeden insanlar, yeni bir hayat kurma çabası içinde. Bu zorlu süreçte, birbirlerine destek olarak ayakta kalmaya çalışıyorlar. Her şeye rağmen umutlarını yitirmeyen depremzedeler, yarınlara daha güçlü bakma arzusu taşıyor. Depremin getirdiği yıkımın ardından, hayatlarını yeniden inşa etmeye çalışan bu insanların sesine kulak vermek ve onların yaşadığı zorlukları anlamak, hepimiz için bir sorumluluk. Bir daha bu acıların yaşanmaması için, toplum olarak bilinçli ve duyarlı olmalıyız. Bu yıldönümünde, depremzedelerin acılarını ve çaresizliklerini unutmamak için bir kez daha hatırlatmak istiyoruz: Yaşananlardan ders çıkararak, gelecekte daha sağlam adımlar atmalıyız. Bu süreçte en önemli şey, dayanışma v...