Ana içeriğe atla

Kayıtlar

çocuk masallarıi etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

İYİLİĞİN MÜKAFATI

 

Çukura Düşen Benekli

  Çukura Düşen Benekli Sultan, duygusal bir çocuktu ve hayvanları çok severdi. Her  fırsatta onlarla konuşur, onları beslemek için elinden geleni yapardı. Bir gün  Sultan, kardeşi Sema ile birlikte inekleri beslemek için meraya götürdü.  Komşuları Mehmet Amca, tarlasında su olduğunu fark etmiş ve oldukça büyük çukurlar açarak suyu bulmayı umarak tarlasında çalışmalara başlamıştı.  Sultan, şarkılar ve türküler eşliğinde ineklerin beslenmesi için ellerinden geleni yapıyordu. En sevdiği inek ise Benekli'ydi. Benekli, lezzetli yiyeceklerin  peşinde giderken yanlışlıkla Mehmet Amca'nın tarlasına girmişti. Sultan, Benekli'nin olmadığını fark edince paniğe kapıldı ve etrafına bakındı, ancak Benekli ortalıkta görünmüyordu. Kardeşine  seslendi. Diğer inekleri bir araya toplayarak  kardeşine teslim etti. Sultan, panik içinde Benekli'yi aramaya koyuldu.  Her yere baktı, ancak  benekliyi bulamadı. Mehmet Amca'nın tarlasına baktı, yine bir şey göreme...

4. Bölüm. Aynadaki Ağaç

  4. Bölüm. Aynadaki Ağaç  Zehirli ağacın laneti çözülmüş, çirkin kardeşler yüzlerinden değil kalplerinden güzelleşmişti. Kasabanın sessizliği ilk kez huzurdan kaynaklanıyor, rüzgâr dalların arasında korku değil, şükür fısıldıyordu. Ama Güven’in içinde silinmeyen bir yankı vardı: Ağaç ona dilek hakkı vermişti… ve o istememişti. O dileği isteyerek değil, susarak geri çevirmişti. Fakat fısıltılar toprağın altını boş yere dövmezdi. Bir gecedir rüyalarında o ağacın gövdesinde başka bir ağaç beliriyordu: gözleri vardı. Gözleri onun kendi gözleriydi. O sabah, Güven uyandığında bir değişiklik vardı. Evde her şey yerli yerindeydi ama dışarısı sessizdi, fazlaca sessiz. Gökyüzü griye yakın bir mor, kuşlar görünmüyordu. “Bugün hava farklı kokuyor,” dedi Fürüze. Nevra, “Bir sessizlik gelmiş, ama susmamış gibi,” dedi. Güven’in o gün kalbi nedenini bilmediği bir biçimde ağırdı. Ayakkabısını bağlarken parmaklarının ucunda taş gibi bir karıncalanma hissetti. O an dışarıdan bir ses gelmeden, i...

Bölüm 2: Merkür – Ateşin ve Buzun Dansı!

  Bölüm 2: Merkür – Ateşin ve Buzun Dansı! Uzayın sonsuz karanlığında süzülen dokuz küçük kâşif, ilk gezegenleri olan Merkür’e yaklaşıyorlardı. Gezegenin yüzeyi gri, çukurlarla dolu ve ürkütücü bir sessizlik içinde görünüyordu.   Murat, Dünya’daki manzaraları hatırlayıp başını iki yana salladı.  — Burada ne ağaç var ne de hava. Sanki ölü bir gezegene gelmişiz gibi!   Ali, bilimsel yönünü konuşturarak cevap verdi:   — Aslında burası tam olarak ölü değil. Ama atmosferi olmadığı için Dünya gibi canlılık barındırmıyor. Sadece taş, kayalar ve eski kraterler var!   Tam o anda  Bilge Ruh, derin bir kahkaha attı ve çocuklara döndü.   — Hoş geldiniz, genç kaşifler! Merkür, Güneş’e en yakın gezegen ama en sıcak olanı değil! Çünkü en sıcak gezegen unvanı Venüs’e ait!   Ela şaşkınlıkla gözlerini açtı:   Nasıl yani? Güneş’e en yakın gezegen daha sıcak olmalı,  öyle değil mi? Bilge Ruh elini kaldırarak açıklamay...

MAHSUM MELEKLER

  Mahsum  Melekler   Can henüz ana sınıfına yeni başlamıştı. Sabahın erken saatlerinde kalkmak zor olsa da okul telaşından şikayet etmek aklına bile gelmezdi. Annesi Melis Hanım ise ev, iş ve okul arasında mekik dokuyordu. Can ana sınıfını çok sevmişti; yeni arkadaşlar tanımak onun hoşuna gitmişti. Arkadaşlarıyla bol bol oynuyor, çeşitli etkinlikler yapıyorlardı. Öğretmeni Şahika Hanım, küçük afacanlarla bazen resim çizdirir, bazen şarkılar öğretirdi. Birçok etkinliği birlikte yaparlardı.   Şahika Öğretmen minik afacanlara bir ödev verdi. Herkesin kendi hikayesini yazmasını istemişti. Afacanlar, bunu nasıl yapacaklarını bilemediklerini söyleyince, Şahika Öğretmen ailelerinden yardım alabileceklerini belirtti. Bunun üzerine çocuklar, heyecanla aileleriyle nasıl bir hikaye yazacaklarını düşündüler. Can, bu konuda biraz daha şanslıydı. Annesi Melis Hanım iyi bir hikaye anlatıcısıydı. Can, akşam yatmadan önce annesinin anlattığı hikayeleri dinlerdi. Ertesi gün,...

Alevlerin İçinden Uyanan Sevgi

 Alevlerin İçinden Uyanan Sevgi Göksu Deltası’ndaki serin bir sabah, güneşin ilk ışıkları sazlıkların üzerinden süzülürken kuşların melodik şarkıları doğanın kalbine umut taşımaktaydı. Ancak huzur dolu bu manzara, ansızın kara bir dumanla boğuldu. Alevler yükseldi ve sakin cennet korku dolu bir kargaşaya dönüştü. Anne kuş, yuvasına gözlerini dikti; kalbi yerinden kopacak gibiydi. Yumurtalarından çıkmayı bekleyen minik yavrularının narin varlıklarını düşündü. Kıyameti andıran bu anlarda gökyüzüne kanat çırptı. Alevlerin kavurucu sıcaklığı kanatlarını zorlasa da, cesareti dimdik duruyordu. İlk dönüşünde iki yavruyu gagasında güvenli bir yere taşıdı. Ancak yuvasında hâlâ umut dolu küçük yumurtalar vardı. Yavrularını bir kez daha kurtarmak için geri döndü. Alevler büyümüş, öfkeyle çevreyi sarmıştı. Anne kuş, tekrar tekrar yuvasına ulaşmaya çalışırken, her girişiminde alevlerin acımasızlığıyla sarsıldı. Kaplumbağalar, böcekler ve diğer kuşlar yaşamları için mücadele ederken, doğa bir çı...
    Merhaba arkadaşlar, bugün size kanalımda yazmış olduğum bir masallı paylasmak istedim. İyi seyirler diliyorum. Beni takip ederseniz sevinirim.

Güzel Bir Bebek

  Güzel Bir Bebek  Can, minik elleriyle kanepeye tutunuyor, ayaklarıyla “Ben de yürüyeceğim,” der gibi titreyen bacaklarını dengede tutmaya çalışıyordu. Annesi Melis Hanım, Can’a çok düşkündü. Can, kapkara boncuk gözleriyle çok sevimliydi. Daima etrafına gülücükler saçıyordu. Melis Hanım, beş katlı bir binanın zemin katında oturuyordu. Odalardan biri çok karanlıktı. Bu odayı Can’a vermişlerdi. Gündüzleri Can’ı uyuturken zorlandığı için bu karanlık odayı uygun görmüşlerdi. Melis Hanım, Can’ı uyutmak için odasına götürdü. Can, uykuya zor dalardı. Geceleri defalarca uyanırdı. Fakat Melis Hanım, Can’a ninni söyledikten sonra bebeğin gözleri uykuya yenik düştü. Melis Hanım, Can’ı usulca yatağa bıraktı. Can birden gözlerini annesine dikti. Ağzındaki emziğiyle yanağında beliren gamzeleriyle gülümsüyor, uyumak istemediğini belli eder gibi annesine bakıyordu. İlgi çekmek için annesine gülücükler saçıyordu. Bir süre sonra, bu sefer kesin olarak uykuya daldı. Melis Hanım, çalışmayı seviy...

DEMOKRASİ BİR ÇİÇEKTİR

  DEMOKRASİ BİR ÇİÇEKTİR Ben okulda bayramlarda şiir okumayı çok severdim. Öğretmenlerim de benim şiirleri çok iyi okuduğumu söylerlerdi. Herkese okumak için birer şiir verirken, bana iki ya da üç şiir verirlerdi. Her şiiri çok iyi ezberler, kâğıda bile bakmazdım. 23 Nisan Bayramı yaklaşmış, okulda boş vakitlerde hazırlık yapıyordum. Ben de Orhan Şaik Gökyay'ın “Bu Vatan Kimin?” adlı şiirini okumak için prova yapıyordum. Konferans salonunda kürsüye çıkıp şiirimin birinci kıtasını okuyordum: "Bu Vatan Kimin?" Bu vatan toprağın kara bağrında   Sıradağlar gibi duranlarındır.   Bir tarih boyunca onun uğrunda   Kendini tarihe verenlerindir. Derken arkamda birinin saçımı tuttuğunu hissettim. Döndüğümde ağabeyimin elinde kocaman bir makas gördüm. Örgülü saçımdan tutup gelişi güzel saçımı kesmişti. Çok öfkeli görünüyordu.   “Ben sana demedim mi, bu şiir benim! Onu geçen sene ben okumuştum. Benim okuduğum şiiri kimse okuyamaz!” diyerek beni azarladı. ...

SİPARİŞLER GELMEDİ

  SİPARİŞLER GELMEDİ  Babamın karayollarında canını dişine takarak çalıştığı yıllar, dokuz kardeşiyle büyüyen bir çocuğun hayatını şekillendiren anılarla doluydu. Babam, yedi çocuğu okutmak için büyük bir fedakârlık gösteriyordu. Bize tarlada çalışmayı değil, eğitim almayı seçmemizi sağlayan güçlü bir destekti. Ancak onu çok sık göremiyorduk. Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde köprüler, yollar ve okullar gibi farklı projelerde çalışırken aylarca evden uzak kalabiliyordu. Eve geldiğinde verdiği harçlıklar bizim için bir hazineydi; ancak bazen ihtiyaçlarımızı listeleyip bir sonraki gelişinde getirmesini istiyorduk. Bir 23 Nisan Egemenlik ve Çocuk Bayramı için umutla hazırladığım ihtiyaç listesindeki üç şey; resim defteri, siyah okul önlüğü ve okul ayakkabısıydı. Babam, listeyi aldıktan sonra heyecanla beklemeye başladım. Kapı nihayet çaldığında, büyük bir hevesle babamın getirdiklerini açtım. Ancak önlük, üç beden büyük, ayakkabı ise topuklu bir düğün ayakkabısıydı. Hayal kırıklığ...

Tişörtün Eteğindeki Lezzetli Pilav

  Tişörtün Eteğindeki Lezzetli Pilav Oldukça kalabalık bir ailenin çocuğuydum. Annem gün ağarmadan kalkardı. Bir yandan iş yaparken bir yandan da, “Haydi kalkın, dünyanın işi var, sizi mi bekleyeceğim?” diyerek söylenirdi. Kahvaltı esnasında ise herkese görev verirdi. Yoksa bunca işi yapmak imkânsızdı. Kimi kuzu güder, kimi de en küçük kardeşime bakardı. O gün benim ve benden 1 yaş küçük olan kardeşimle görevimiz kuzu gütmekti. Kahvaltı bittikten sonra annem azığımızı, yani şimdiki adıyla beslenmemizi hazırlayıp koymuştu. Ben azığı koluma taktıktan sonra annem omzuma dokunarak, “Sakın kuzuların kimsenin tarlasına girmesine izin vermeyin, bana laf getirmeyin.” diyerek sıkı sıkı tembih etmişti. Kuzu ve diğer hayvanları güderken en büyük suç, yanlışlıkla da olsa hayvanın başkasının tarlasına, bağına ya da bahçesine girmesiydi. Hele suçüstü yakalanırsan cezası ağırdı. Ailelerin çok kötü kavga etmesine sebep olabilirdi. Annemin bu kadar işin arasında tam rahat edeyim derken, birinin kap...

Ne Olur Bismillah Deyin…

  Ne Olur Bismillah Deyin… Benden bir yaş küçük olan kardeşim sarışındı, ben ise esmerdim. Onun sarışın olması herkesin dikkatini çekerdi. Saçları kıvır kıvır, uzun boylu, biraz balık etliydi ve yüzü gerçekten bir kitap kadar güzeldi. Onun yerinde olmayı çok isterdim. Canım kardeşimi çok seviyordum ve kız kardeşim olmadan pek bir yere gitmezdim. O da beni çok severdi. Babam da kardeşim Nazlı’yı çok severdi. Beni de severdi elbette, ama sanki Nazlı biraz daha ağır basıyordu. Biraz kıskanıyordum, ama bu, arkadaş gibi olmamıza engel değildi.  Sarışın olmasından mı bilmem, güneşe pek çıkamazdı. Güneşe çıktığında hemen etkilenir ve yüzü kıpkırmızı olurdu. Babam ona bu yüzden kıyamazdı. Adı gibi nazlıydı. Bir gün, canım sıkılmıştı ve Nazlı’ya “Biraz oyun oynayalım mı?” diye sordum. O da kabul etti. “O halde, Simgelerin evine gidelim,” dedim.  Simgelerin arka bahçesi çok güzeldi. Hep beraber oynardık. Simge’nin çok fazla oyuncağı vardı. Bu yüzden pek fazla oyuncak götürmezdik. A...

Başarı Albümü

  Başarı Albümü Evde en önemli konu her zaman okumaktı. Annem ve babam, “Okuyun! Ne olursa olsun okuyun!” diye sıkça yinelerdi. Babamın bir sözü hâlâ kulaklarımda yankılanırdı: “Yerde bir kâğıt parçası dahi görseniz alın okuyun, mutlaka öğrenecek bir şey bulursunuz.” İşte bu sözler, bizlerin zihnine kazınmış bir öğüt gibiydi. Hepimiz elimizden geleni yapıyorduk, ama kardeşim Nazlı, aramızda en parlak olanımızdı. Saçları sarı, gözleri ışıl ışıl parlayan Nazlı’ya herkes ayrı bir sevgiyle bakardı.  Nazlı’nın, dayımın kızına olan benzerliği hayret vericiydi. İkisi de zarif, neşeli ve öğrenmeye aç birer genç kızdı. Dayımın kızı İstanbul’da öğretmen okulunda okuyordu. Kendi kızını az gördüğü için, dayım kardeşim Nazlı’ya bir baba yakınlığıyla bağlanmıştı. Haftasonu köyümüze geldiği bir gün, annemle Nazlı hakkında konuştuklarına istemeden kulak misafiri oldum. Dayım, “Nazlı’yı yanıma alayım. Bizim oradaki okullar daha iyi. Hem benim çalıştığım okulda olursa ona göz kulak olurum. Ders...

Van'ın Kalbinde Bir Hazine: Dilkaya Sazlığı

  Van'ın Kalbinde Bir Hazine: Dilkaya Sazlığı Van Gölü'nün kıyısında, Edremit ilçesinde yer alan Dilkaya Sazlığı, sadece bir doğa harikası değil, aynı zamanda onlarca kuş türüne ev sahipliği yapan eşsiz bir ekosistemdir. Ancak, geçtiğimiz günlerde yaşanan yangın felaketi, bu doğal cennetin korunması gerektiğini bir kez daha hatırlattı. Bu yazıda, Dilkaya Sazlığı'nın tarihinden coğrafi özelliklerine, kuş türlerinden korunma önlemlerine kadar her yönünü ele alacağız. Dilkaya Sazlığı'nın Önemi Dilkaya Sazlığı, yaklaşık  "215 farklı kuş türüne"  ev sahipliği yapmaktadır. Bu türler arasında flamingolar, yaban ördekleri, balıkçıllar ve nesli tükenme tehlikesi altında olan bazı göçmen kuşlar bulunmaktadır. Bölge, özellikle göç mevsimlerinde kuşların dinlenme ve üreme alanı olarak kritik bir öneme sahiptir. Ayrıca, sazlık alanlar, balıklar, sürüngenler ve diğer canlılar için de bir yaşam alanı sunar. Tarihi ve Kültürel Zenginlik Dilkaya Sazlığı'nın bulunduğu ...

Kursakta Kalan Duygular

  Kursakta Kalan Duygular Fadime, talihsiz bir kadındı. Genç yaşta babası Durmuş Efendi tarafından, evli bir adama kuma olarak verilmişti. Aklı biraz kıt olduğundan, karşı çıkmayı bile düşünememişti. Kim ne derse onu yapardı.  Evin hanımı Güneş Hatun, Fadime’nin kuma olarak eve gelmesini hazmedemiyordu. Bütün öfkesini Fadime’ye kusuyor, ona türlü hakaretlerde bulunuyordu. Kocası Hasan Efendi ise tüm bu yaşananlara sessiz kalıyor, olanları izlemekle yetiniyordu.  Fadime, kendisine biçilen bu kadere boyun eğmişti. Eziyete rağmen ne ağlıyor ne de şikayet ediyordu. Kocasının tek derdi, Güneş Hatun’un erkek evlat doğuramamasıydı. Hasan Efendi, Fadime’yi eve yalnızca bu amaçla getirdiğini açıkça söylemişti. Ancak Fadime’nin doğurduğu çocuklar da kız olunca suçluluk duymaya başlamıştı.  Yıllar geçtikçe Fadime ardı ardına kız çocukları doğurdu. Kendisine karşı yapılan tüm haksızlıklara rağmen sessiz kalıyordu. O kadar dışlanmıştı ki, evin içinde değil, ahırın girişindeki...

AYAZ'IN DİKKATLİ YAKLAŞIMI VE EFE İLE DOSTLUĞU

  AYAZ'IN DİKKATLİ YAKLAŞIMI VE EFE İLE DOSTLUĞU Ayaz, sevgi dolu ve saygılı bir çocuktu. 2. sınıfta okumaktaydı ve küçüklere olan ilgisiyle dikkat çekiyordu. Her hareketinde onları korumaya özen gösterirdi. Bu özen, yaşadığı bir kazanın ardından şekillenmişti. Geçen yıl, 1. sınıfta bir merdiven kazası yaşamıştı. Büyük çocukların hızlıca koşup ona çarpmasıyla yere düşmüş ve kolunu kırmıştı. Uzun süre alçıda kalan kolu nedeniyle derslerine katılmakta zorlanmıştı. Ancak bu kaza, Ayaz'a önemli bir ders vermişti: Dikkatli olmak ve başkalarını da tehlikelerden korumak. Artık merdivenlerden inerken ya da oyun oynarken her zaman daha dikkatli davranıyordu. Koşan çocukları uyarmaktan ve daha küçük öğrencileri korumaktan geri durmuyordu. Onun için önemli olan, başka bir çocuğun kendi yaşadığı gibi bir acı yaşamamasıydı. Bir gün okul bahçesinde oyun oynarken Ayaz, 1. sınıfa yeni başlayan çekingen bir çocuk fark etti. Bu çocuk Efe'ydi. Sessiz bir kenarda duran Efe'nin utangaç h...

SIRAYLA KIRPILAN KOYUNLAR

  SIRAYLA KIRPILAN KOYUNLAR Fatoş, dayısı ile birlikte kuzuları güderdi. İlkbaharın gelmesiyle koyunları kırpmak için sabırsızlanıyordu. Koyunların kırpılıp yünlerinden kurtulması onun çok hoşuna gidiyordu. Birkaç hafta sonra dayısı ona, "Koyunları kırpacağız," dedi. Fatoş, "Yaşasın!" diyerek sevindi. Fatoş'un en sevdiği koyunların başında Kartopu ve Fiko geliyordu. Fiko, daha yavru bir kuzuydu ve onun yünlerinden kurtulmuş halini çok merak ediyordu. Kartopu ise koyun sürüsünün içinde yünleri en az kirlenen koyundu. Kirlenmemek için en temiz bulduğu yerde oturur, geviş getirirdi. Fatoş, ona "Kartopu" adını takmıştı. Fatoş, koyunların kırpılacağı günü sabırsızlıkla bekliyordu. Sabahın erken saatlerinde kalktı. Annesi, kahvaltı için ev halkına seslendi. Fatoş, gözlerini ovuşturarak banyoya gitti, elini yüzünü yıkadı ve kahvaltı sofrasına oturdu. Dayısı, iki yılı aşkın bir süredir onlarla kalıyordu. Anne ve babasını kaybedince ablasının evine yerleşmişt...

ÇUKURA DÜŞEN BENEKLİ

  ÇUKURA DÜŞEN BENEKLİ Sultan, duygusal bir çocuktu ve hayvanları çok severdi. Her fırsatta onlarla konuşur, onları beslemek için elinden geleni yapardı. Bir gün Sultan, kardeşi Sema ile birlikte inekleri beslemek için meraya götürdü. Komşuları Mehmet Amca, tarlasında su olduğunu fark etmiş ve oldukça büyük çukurlar açarak suyu bulmayı umarak tarlasında çalışmalara başlamıştı. Sultan, şarkılar ve türküler eşliğinde ineklerin beslenmesi için ellerinden geleni yapıyordu. En sevdiği inek ise Benekli’ydi. Benekli, lezzetli yiyeceklerin peşinde giderken yanlışlıkla Mehmet Amca’nın tarlasına girmişti. Sultan, Benekli’nin olmadığını fark edince paniğe kapıldı ve etrafına bakındı, ancak Benekli ortalıkta görünmüyordu. Kardeşine seslendi. Diğer inekleri bir araya toplayarak kardeşine teslim etti. Sultan, panik içinde Benekli’yi aramaya koyuldu. Her yere baktı, ancak bulamadı. Mehmet Amca’nın tarlasına baktı, yine bir şey göremedi. Nefes nefese kalmış bir şekilde "Benekli, Benekli!" ...

HUZUR SOKAĞI

  HUZUR SOKAĞI İş çıkışı çarşıda bazı işleri hallettikten sonra anneme gittim. Günlerden cumartesiydi. Kızıma annem bakıyordu. Eylül henüz 7 yaşındaydı. Birinci sınıfa gidiyordu. Hafta sonu ise anneme bırakmıştım. Kızımı almaya giderken, annem oturmam için ısrar etse de; o gün oturmak istemedim. Kendime biraz vakit ayırmak istiyordum. Oradan ayrıldıktan sonra eve gelmek için yol aldık.  Ben olabildiğince yavaş yürüyordum. Her günümü zamana karşı yarışarak geçiriyordum. O gün biraz bonkör davranarak zamanı akışına bıraktım. Ben yavaşladıkça zaman da yavaşlamıştı sanki;  ruhumun resmini yakalayan zamanla uyum içinde ilerliyorduk. Güneş gökyüzünün mavisini göz kırpmış vedalaşmaya hazırlanıyordu. Turuncunun bütün tonları gökyüzüne bir zenginlik katmıştı. Gökyüzünde güneş tüm görkemiyle göz doldururken; ağır ağır gözden kayboluyordu. Gözlerimi alamadım, öylece bakakaldım. Eylül bana dönerek, anne neye bakıyorsun? diye sordu. Güneşin batışı ne güzel kızım, dedim. Ardından ekl...

HASTALARI PÜSKÜRTÜN

  HASTALARI PÜSKÜRTÜN Kim suçlu? Şule Hanım diş sorunu yaşıyordu. Pandemiden önce kendisine takılan diş protezi onu oldukça rahatsız etmişti. Ertesi gün hastaneye gitti. Ancak pandemi yasaklarıyla karşılaşınca tedavisi yarım kaldı. İki yıl boyunca kötü olan protezi, çeşitli zorluklara rağmen kullanmaya mecbur kaldı. Hastaneye her gittiğinde işlem yapılmıyordu. Doktoru sürekli filyasyon ekibiyle dışarıda çalışıyor, başka doktorlar da bakmıyordu. Sistem, hastayı dört yıl boyunca o doktora mecbur bırakıyordu. Ya da özel doktora giderek, ciddi bir para karşılığında tedavisini yaptırabiliyordu. Şule Hanım, iki yılın sonunda doktorunu yakalayabilmişti. Ancak bu defa da hastane teknisyenleri değişmişti. Her yıl sözleşme yenileniyor, yenilendiği için de eski protezcinin işini yapmak istemiyorlardı. Pandemi yasakları kalkınca, Şule Hanım protezini çıkartmak istediğini söyledi. Doktoru, teknisyenlerden memnun olmadığını, daha iyisini bekleme diyerek hastasını ikna etmeye çalışıyordu. Ancak...