Tişörtün Eteğindeki Lezzetli Pilav
Oldukça kalabalık bir ailenin çocuğuydum. Annem gün ağarmadan kalkardı. Bir yandan iş yaparken bir yandan da, “Haydi kalkın, dünyanın işi var, sizi mi bekleyeceğim?” diyerek söylenirdi. Kahvaltı esnasında ise herkese görev verirdi. Yoksa bunca işi yapmak imkânsızdı. Kimi kuzu güder, kimi de en küçük kardeşime bakardı. O gün benim ve benden 1 yaş küçük olan kardeşimle görevimiz kuzu gütmekti. Kahvaltı bittikten sonra annem azığımızı, yani şimdiki adıyla beslenmemizi hazırlayıp koymuştu. Ben azığı koluma taktıktan sonra annem omzuma dokunarak, “Sakın kuzuların kimsenin tarlasına girmesine izin vermeyin, bana laf getirmeyin.” diyerek sıkı sıkı tembih etmişti. Kuzu ve diğer hayvanları güderken en büyük suç, yanlışlıkla da olsa hayvanın başkasının tarlasına, bağına ya da bahçesine girmesiydi. Hele suçüstü yakalanırsan cezası ağırdı. Ailelerin çok kötü kavga etmesine sebep olabilirdi. Annemin bu kadar işin arasında tam rahat edeyim derken, birinin kapıyı çalıp bize saldırması pek hoş olmazdı elbet. Sıkı sıkı tembih etmesi de bundandı.
Ben ve kardeşim Nazlı, sevimli kuzuları alıp yola koyulduk. Bir yandan türkü söylerken bir yandan kuzuları otlatacağımız meralara götürdük, ardından da öğlene kadar otlayan hayvanları su içmeleri için dere kenarına götürdük. Dereye vardığımızda ise karşı köyde davul zurna sesleri yankılanıyordu. Biz de oturup annemizin bizim için hazırlamış olduğu azığı açtık ve yemeye başladık. O sırada, karşı dağın eteğinde süzülerek bize doğru gelen bir çocuk fark ettik. Çocuk, tişörtünün bir tarafını katlamış, diğer eliyle de tişörtü katladığı yere avucunu daldırıp daldırıp ağzına götürüyordu. Keyfi yerindeydi.
Biraz daha yaklaşınca kalkıp yanına vardım. “Ne yiyorsun sen bakayım?” diye sordum. Coşkulu bir sesle, gözlerini fal taşı gibi açarak, bozuk bir Türkçe ile, “Karşı ki köyün düğününden geliyorum. Bana pirinç pilavı verdiler, onu yiyorum. Ben de tabak olmadığı için tişörtüme koydular.” diye cevap verdi. Pirinç pilavını o kadar lezzetle yiyordu ki, aynı şeyi yapmamızı tavsiye ediyor gibiydi. Bu sevimli ufaklık, bir yandan pilavını yiyip bir yandan da köye doğru yol aldı.
Buralarda pirinç lüks sayılırdı. Sadece düğünlerde veya önemli bir misafir geldiğinde pişerdi. Çocuğun bu kadar lezzetle avuçlayarak yemesi, pirincin az bulunmasından kaynaklanıyordu. Biz ise kardeşimle şarkı türkü eşliğinde kuzularımızı iyice doyurduktan sonra sağ salim eve gelmeyi başarmıştık.
22.03.2025
Mesime Ünalmış
*“Hayat, bazen bir tişört eteğinde gizlenen küçük mutluluklardan ibarettir.”
Beş Soru:
1. Annem neden kuzuların tarlaya girmemesi konusunda ısrarla tembihte bulunmuştu?
2. Çocuk, pilavı ne şekilde ve neden yedi?
3. Dere kenarında neler yaptık?
4. Pirinç, o bölgede neden özel bir yiyecek sayılıyordu?
5. Bu hikâyede çocukların görevleri nelerdir?
Cevaplar:
1. Başkasının tarlasına giren hayvanlar yüzünden aileler arasında kavga çıkmasından endişe ediyordu.
2. Çocuk, tişörtünün eteğine pilav doldurmuştu çünkü tabak yoktu. Coşkuyla ve keyifle yiyordu.
3. Kuzuları su içmeye götürdük, sonra oturup azığımızı yedik ve dinlendik.
4. Pirinç, bölgede nadir bulunan ve lüks sayılan bir yiyecekti; genelde sadece düğünlerde ya da özel günlerde pişerdi.
5. Çocuklar, kuzuları otlatmak ve onları güvenli bir şekilde evlerine geri getirmekle görevliydi.
Yorumlar
Yorum Gönder
Merhaba sevgili okuyucular, paylaştığım hikayeler ve yazılar hakkındaki düşüncelerinizi çok merak ediyorum! Yorumlarınız benim için çok değerli. Lütfen görüşlerinizi ve önerilerinizi paylaşmaktan çekinmeyin. Hep birlikte daha güzel bir topluluk oluşturalım! ✍️