Ana içeriğe atla

SEVGİNİN GÜCÜ

 

SEVGİNİN GÜCÜ

Canım amcam…  Onun bakış açısıyla büyümek ne büyük bir şans, köyümüzün masalcı amcasıydı. Herkes tarafından tanınan ve sevilen biriydi. Elektriğin olmadığı dönemlerde, karanlığı aydınlatan masallarıyla büyüdük. Yaşama değer her şeyi masallar aracılığıyla anlatırdı. Köyümüzün ve çevre köylerin Işık elçisi gibiydi. Kalabalık bir ailede bile varlığını en iyi hissettirenlerdendi. Alişan Amca yetmiş altı yaşına kadar bekar kaldı. Evlenmeyi hiç istemediğini söyler dururdu. Kalbi öyle söylemese de bekarlık sultanlıktır, derdi. Hep neşeli espriler yaparak çevresindeki İnsanları güldürmek isterdi.

Acılarını içine gömüyor, acılarını başkalarına göstermenin acizlik olduğunu düşünüyordu sanırım. Ertesi gün ben erkenden uyandım.  O gün garip bir sıkıntı hissetmiştim.  Uyku tutmamıştı bir türlü, kahvaltı için herkes hazırlanmış, yer sofrasının etrafına dizilmişti. Allah'ın verdiği nimetlerden yararlanıyorduk. Ablan birden yumurtanın eksik olduğunu söyledi.  Amcam hiç üşenmeden yan tarafta kendisine kurulan ayrı sofrada oturuyordu. Bacağı topal olduğu için kalabalık sofrada yer kapladığından dolayı farklı sofrada yemek yiyordu. Çocuklar yumurtasız kalmasın diye bir hamleyle önce katlanmayan bacağını dairesel bir hareketle genişletip kalkmayı başarabilmişti. Topal olmasına rağmen herkesten önce kalkar çevik hareketlerle topal olduğunu kimseyi hissettirmek istemiyordu.

Kapıdan çıkarken amcama bakakalmıştım. O haliyle ahıra gidip yumurta getirmesi içimizde bir burukluk  oluşturdu. Ben kendi içinde sorgulamaları yaparken, korkunç bir çığlık duyuldu. Sofradan kalkmamla ahırın kapısının önünde belirmem bir olmuştu. Evden çıkınca ahıra gitmek için amcamın yetenekli ellerinden hayat bulan merdivenleri kullanmak gerekiyordu. Yağan  Yağmurun ardından kayganlaşan merdivenlerden ayağı kaymış katlanmayan sopa gibi duran topal bacağı ikiye katlanmıştı. Amcam acılarını gizlemekten vazgeçmiş gibi çığlık çığlığa bağırıyordu. Yüreğim çok acıdı. Hiç bu kadar canımın yandığını hissetmemiştim.



 Amcam Çığlık attıkça Gözyaşlarına boğuluyordum. Yok yok daha fazla dayanamazdım. Amcamın  çığlıklarını duymak istemiyorum. Ordan uzaklaşmalıydım, elimden bir şey gelmiyordu. Herkes amcanın çığlıklarını duymuş, bir anda etrafı kalabalıklaşmıştı. Koştum, koştum, çığlıklar kayboluncaya kadar koştum. Olmuyordu  işte;  onun ne kadar acı çektiğini düşündükçe için parçalanıyordu. Olmuyordu işte çığlıklarını bu kes yüreğimde hissediyorum. Yapamadım koştum tekrar orada olmalıydım diye düşündüm. Yanında olmalıydım o acı çekerken benim bu kadar uzaklaşmam doğru olamazdı. Karanlığımı aydınlatan Işığım acı çekiyordu. Bu defa sıra bende! onu ben mutlu etmeliydim.

 Allah'ım bu ne yaman acı!

 Hayat benim için onunla anlam buluyordu. Ne güzel dizlerinin  dibinde oturur  masallarını dinlerdim. Tek eğlencemdi. Kısıtlı bir yaşamın ortasında kala kalmıştım.

 Koşuyordum, çok uzaklaştığımı fark ettim. Koşmaya devam ediyordum. Soğuk havada bile iliklerime kadar terlediğimi hissettim. Etrafımdaki kalabalık giderek artmıştı. Hala yerde yardım bekliyordu. Orda çaresiz kalmak bir şey yapamamak canımı acıtıyordu. Sonunda çığlıkların yerine acıyı kabullenmiş ömür boyu öyle kalacakmış gibi alışmaya çabalıyordu sanki, öylece ıslak zeminde uzanıyordu. Daha fazla kımıldamaması gerektiğini düşünüyorlardı. Bir an önce doktora mı, yoksa çıkıkçıya mı; ya da kırıkçıya mı götüreceklerdi?

 Komşulardan biri atıldı;  ‘Benim tanıdığım iyi bir çıkıkçı - kırıkçı var.’ oraya götürelim, diyerek önerisini sundu.

Diğeri doktora derken tartışmalar arasında amcamın yüzündeki acı ifadeye giderek artıyordu. Nihayet doktora götürmeye karar vermişlerdi. Tabi bu seçenek de kolay görünmüyordu. Köyün tek aracı vardı. O da yolcu bırakmak için şehre inmişti. Artık bu seçenekte karar kılmışlardı. Şimdi hastaneye götürmenin yollarını arıyorlardı. Amcam hala ıslak zeminde bir çare bulmalarını bekliyordu.

 Artık acısını içinde yaşıyor acı acı iniyordu. Ölecek mi? yoksa ölüme mi hazırlanıyordu?. Bu yüzden mi çığlıkların yerini inemeler alıyordu? Kafamda beliren sorular can sıkıyordu. Birden amcamın yerine ben çığlık atıvermiştim. Yeter artık kurtarın amcamı diye bilmiştim. Küçüçük boyumla herkesin dikkatini çekmeyi başarmıştım.

Sanki çığlıkları işe yaramış gibi herkesi bir telaş sardı bir anda. Komşulardan biri, çocuk haklı diyerek, daha hızlı hareket etmeliyiz, dedi. Ata bindirecekler,  ama nasıl olacak bu? bindirmeyi denediler. Gereksiz bir sürü kalabalık. Sadece işleri zorlaştırıyordu. Biri ordan fikir yürüttü.’ İki el arabasının tekerini birleştirip atın arkasına bağlayan bir düzenek yapalım’ dedi. Çaresizce bu düzeni yapmaya başladılar. Bazen yokluk küçük mucitler yaratıyor. Sonunda işe yaradı. Patika yollarını andıran yarım yamalak bir yolda acılar içinde kıvranan canım amcamı hastaneye götürmeyi başarabilmişlerdi. Gerekli müdahaleden birkaç gün sonra taburcu olmuştu ve amcamı arabayla nihayet köye gitirmeyi başarmışlardı. Amcamı gördüğümde şaşkınlığımı  gizleyemedim. Şu soruyu  refleksle soruverdim. Bacağın hep böyle mi kalacak? Diyeverdim. Nemli gözlerle yanıt verdi her şeyi espiriyle anlatan bir yanı vardı. Güldürmeyi seviyordu işte, bu bacak düz durmaktan sıkılmış biraz şekil değiştirmek istemiş, dedi.

 Bacağı yarım ay şeklinde içe doğru oldukça yamuk görünüyordu. Sonra amcamın gözlerine baktım. Olsun ben seni her halinle çok seviyorum, dedim. Koşulsuz sevgimin karşısında duygulanan amcamın nemli olan gözleri, biriktirdiği gözyaşlarını boncuk boncuk akıtmaya başlamıştı. Amcam evlenmediği için çocukları da yoktu. Bizi bağrına basıyordu. Babamdan daha yakındı. Ancak bir sorun vardı; amcam yatağa bağlı kalmak zorundaydı. 6-7 ay boyunca hiç kımılamadan yatması gerekiyordu. Aksi takdirde bacağını tamamen kaybedebilirdi. Aradan 2 ay gibi bir süre geçmişti. Zaman acılarını yutmuş gibi  daha iyi görünüyordu. Durumu kabullenmiş gibiydi espri yapmaya devam ediyordu. Tuvalet ihtiyacını ise yattığı yatağın tam ortasında bir delik açmışlardı. Tahtadan yapılan makatın tam ortasını ve üzerindeki döşeğin de  tam ortasını delmiş pislik bulaşmasın diye kenarlarına örtüler yerleştirmişlerdi.

 Tahta yatağın altı oldukça yüksekti. Pisliğin akması için ateş külünü doldurdukları bir leğenin içine koymuşlardı ve bu leğeni tam o deliğin altına doğru sürmüşlerdi. Temizliğini yapması için birinin gönüllü olması gerekiyordu. Peki bu küçük odada bu kokuya kim tahamül   edebilirdi. Ben tabii ki… 

Severek istemiştim bu görevi, canım amcamı çok seviyordum. Onun için her şeyi yapabilirim. Aradan birkaç gün geçti ertesi gün kahvaltımı yapar yapmaz suluğu amcamın yanında aldım. Amcam gergin görünüyordu. Neyin var? diye sorduğunda kabız olduğunu söyledi. Ne güzel iki üç gün  pis kokuyu çekmeyeğim, diye düşünündüm. Yüzümdeki mutlu ifade çok uzun sürmedi. Amcam kasıklarım çok ağrıyor deyince tuvalete çıkmasını tercih etmiştim. Ona kıyamazdım. Bu süreç tam yedi gün sürdü. Artık dayanamaz vaziyetteydi. Sabun denedik bir çok şeyi denedik.  Ancak dokuzuncu gün geldi çattı. Ben artık çok sıkılmıştım ve biraz dışarda arkadaşlarımla  oynamak istedim.

Amcam uyuyordu  o sırada. Bir süre sonra annem bana seslendi:’ Kızım gel bakalım’ dedi. Amca’nın sana bir müşdesi varmış!  Kapıyı açtığımda yoğun koku burnumun deliklerini sızlatmıştı. Amcam rahatlamış ancak yüzünde beliren mahcup bir ifadeyle bana baktı. Bana bunları yaşattığı için yüzünde hissedilir bir burukluk vardı. Ben ise kokuya aldırış etmeden gerekli temizliği yapmıştım.  Yeni bir oyuncağa sahip olmuş çocuklar gibi sevinmiştim.

 O günden sonra sıvı yiyeceklere daha çok ağırlık vermiştik. Aradan haftalar aylar geçti. Amcam yatmaktan  ve yeteri kadar temizlenemediğinden belli belirsiz yaralar çıkmıştır  vücudunda. Sürekli temizlenmeye çalışsam da olmuyordu. Çeşitli kremlerle yaraları iyileştirmeye çalışıyordum. Yine günlerden bir  günamcamın  gözlerinin  nemlendiğini fark ettim. Çakır gözlerini benden kaçırsa da üzüldüğünü biliyordum.



 Neyin var? diye sorduğunda çok sıkıldığını söylemişti. Aklıma parlak  bir fikir  geldi. Amcamın odasını iki pencere vardı. Bazen pencerenin  yansımalarından dışarıya bakıyordu. Bu bile ona iyi geliyordu. Ben İse elime kocaman bir ayna aldım hem aynanın hem de pencerenin bir çok  yeri  göermesini sağlamaya çalıştım. Yeter ki çakır gözleri eskisi gibi gülümsesin istedim. Kanadı kırık kuş misali yaşamak ona göre değildi. Dokuzuncu  ayın sonunda yeniden kalkmaya  ufak ufak yürümeye başlamıştı.

 Nihayet güneş yeniden doğdu benim için, bir yılın sonunda amcanmın topal da olsa yürümeye başlamıştı. Bu benim okulumun aksamasına neden olmuştu. Okula bir yıl ara verdim. Amcam’a  yeniden kavuşmuştum.

 Sevginin, en zorlu yaşıma bile nasıl direndiğine bizzat  kendim şahit olmuştum. Canım amcam,  iyi ki varsın, iyi ki benim amcamsın, dedim. Boynuna sıkaca sarıldım. Mutluluk emekti, sevgiydi, hoşgörüydü sabırdı. Onun değer yargılarını bana  hep çok şey öğretti. O benim yol göstericimdi. Pusulamı kaybetmemeliydim.
02.03.2025
Mesime Elif Ünalmış
"Sevgi, en karanlık günlerde bile kalplerde bir ışık yakar ve hayatın zor anlarında bile umutla yol gösterir."
Not. Bu yazım daha önce Almanyalılar.net"te yayımlanmıştı.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

YARDIMLAŞMA

               YARDIMLAŞMA ⭐ Tayfun, diğer arkadaşlarıyla teneffüse çıkmış, okul bahçesinde oynuyordu. Etrafında durmaksızın koşturan çocuklara bakıyordu. Tayfun, sakin bir çocuk olduğundan genelde bir köşede oturup arkadaşlarını izliyordu. Tayfun, peşinde koşturan sınıf arkadaşının düştüğünü görünce yerinden fırlayarak yardıma koştu. Gökhan fena düşmüştü ve acı içinde kıvranıyordu. Hemen ardından nöbetçi öğretmen yetişti ve Gökhan'ın yardımına koştu. Öğretmen ambulansı çağırarak Gökhan'ın hastaneye gitmesini sağladı. Ambulansın gelmesini beklerken, komşulardan biri olan Tayfun'un annesi, Gökhan'a ve öğretmenlere yardımcı olmak için geldi. Tayfun, arkadaşı için çok üzülmüştü. O günden sonra, müdür bey çocukların kolektif oyunlar oynamaları için belli kurallar çerçevesinde güzel oyunlar oynamalarını teşvik edecek konuşmalar yaptı. Koşturmadan da güzel oyunlar oynayabileceklerini hatırlattı. Bu olay, Tayfun'un arkadaşlarına daha çok yardım etmeye ba...

KAVRAMSAL ÖYKÜLER

🌼  Sevgi🌼 Dilek, henüz 1. sınıfa gidiyordu. Sapsarı saçları ve mavi gözleriyle çok sevimliydi. Dilek, okulun açılmasıyla yeni arkadaşlar edinmiş ve okuluna iyice alışmaya başlamıştı. Yeni şeyler öğrenmek onu heyecanlandırıyordu. Okulu çok seviyordu ve arkadaşlarını da çok değerli buluyordu. Ancak en çok arkadaşı Semra'yı seviyordu. Semra'nın babası öğretmen olduğu için başka bir okula tayin olmuştu ve Semra'dan ayrılmak zorunda kaldı. Dilek bu duruma çok üzülmüştü. Ancak annesi durumu kabul etmesi için Dilek'i karşısına alarak durumu izah etti. Annesi, Dilek'in dilediği zaman Semra'yı arayabileceğini söyledi. Dilek bunun üzerine çok sevindi. O günden sonra bütün dikkatini okula vererek yeni şeyler öğrenmeye devam etti. Aradan geçen zaman içinde arkadaşlarını aramayı da ihmal etmedi. Dilek, yeni arkadaşlar edinmeye ve sınıfında daha aktif olmaya devam etti. Semra'yla da sık sık telefonla konuşarak bağlarını koparmadı. Okulda öğrendiği yeni bilgileri ve ya...

Hatay Depreminin İkinci Yıldönümü: Yıkımın ve Umudun İzleri

  Hatay'da depremin üzerinden iki yıl geçti. Ancak, bu doğal afetin açtığı yaralar hala sarılmayı bekliyor. Depremzedeler, yaşadıkları acıları ve çaresizlikleri unutamıyor. Onların hikayeleri, bizlere dayanışmanın ve insanlığın önemini hatırlatıyor. Depremde evlerini, sevdiklerini kaybeden insanlar, yeni bir hayat kurma çabası içinde. Bu zorlu süreçte, birbirlerine destek olarak ayakta kalmaya çalışıyorlar. Her şeye rağmen umutlarını yitirmeyen depremzedeler, yarınlara daha güçlü bakma arzusu taşıyor. Depremin getirdiği yıkımın ardından, hayatlarını yeniden inşa etmeye çalışan bu insanların sesine kulak vermek ve onların yaşadığı zorlukları anlamak, hepimiz için bir sorumluluk. Bir daha bu acıların yaşanmaması için, toplum olarak bilinçli ve duyarlı olmalıyız. Bu yıldönümünde, depremzedelerin acılarını ve çaresizliklerini unutmamak için bir kez daha hatırlatmak istiyoruz: Yaşananlardan ders çıkararak, gelecekte daha sağlam adımlar atmalıyız. Bu süreçte en önemli şey, dayanışma v...