Ana içeriğe atla

Kayıtlar

enpati etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Önsöz – Zehirin Kalbinde Büyüyen Işık

  Önsöz – Zehirin Kalbinde Büyüyen Işık Her masal bir “bir varmış”la başlar ama bazıları toprak kadar eski bir kalpten yürüyerek gelir...   Bu anlatı da onlardan biri.   Kökü bir bedduada gizli. Gölgesi dört çirkin çocukla büyüdü. Ve bir sabah... sabah olmadan doğan bir bebekle değişti her şey: Güven. Bu hikâye, yalnız bir kadının sevgisinden doğan öfkeyle; o öfkenin, toprağa bir zehir gibi sızmasıyla başlıyor. Ardından gelen çocuklar, birer kırgın meyve gibi düşüyor ağacın altına. Ve sonra, sessiz bir sabah — biri doğuyor. O doğduğunda, anne ve baba aynı anda gözlerini kapatıyor; geriye bir tek umut kalıyor: kendisi gibi doğmayanları bile sevebilen bir kalp. Masal, beddua ile başlıyor belki,   Ama her bölümde iyiliğin, sabrın, affetmenin nasıl devrim yarattığına tanık oluyoruz.   Zehirli bir ağacın altında kurulan sofra, en sonunda şifaya dönüşüyor.   Çirkinliğin sadece yüzde değil, kalpte saklı olduğunu görürken, güzelliklerin de ...

Duyuru

  Duyuru  BİR MASAL BAŞLIYOR… AMA BU MASAL BAŞKA Yarın…   Karanlıkla büyüyen bir ağaç…   Anne karnında susan bir lanet…   Ve doğduğunda  güven  taşıyan bir bebek.  Bu öyle bir masal ki;   Ne tamamen geçmişe gömülü,   Ne de yalnızca geleceğe fısıltı… Bu bir kehanetin, bir aşkın, bir affın, bir ışığın hikâyesi.   Ve bir kadının ettiği bedduanın, tüm bir kasabanın kaderini değiştirdiği topraklarda geçiyor. GÜVEN’in hikâyesi geliyor…   Bir çocuğun, lanetli meyvelerin gölgesinde doğup, iyiliğin kökünü yeniden canlandırdığı büyülü bir serüven.  9 bölümlük “Zehirli Ağacın Çocukları” masal serisiyle;   – İyiliğin gölgede nasıl yeşerdiğini   – Affın doğayı bile değiştirebileceğini   – Ve bazen en güçlü ışığın, en kırık kalpten çıktığını okuyacaksınız.  Her bölümde su gibi akan bir anlatı…   Her satırda insan kalbine dokunan bir ses…  İlk bölüm çok ...

İşte serinin genişletilmiş, ayrıntılı özeti! Gölgeler ve Işık: Kehanetin Çocuğu – Sonsuz Döngünün Hikayesi

Gölgeler ve Işık: Kehanetin Çocuğu – Sonsuz Döngünün Hikayesi   Bu destan, bir kadim kehanetin, iyilik ve kötülüğün sonsuz çatışmasının, insan ruhunun umudu ve direnciyle nasıl zafer kazandığını anlatıyor. Yedi kötülük kraliçesi, dünya üzerinde mutlak bir karanlık kurmayı amaçlarken, dört iyilik kraliçesi ve kehanetin ışığını taşıyan bir mucize bebek, bu karanlığın karşısında insanlığın direncini yükseltiyor.   Dünya, yıkımın eşiğindedir.   İnsanlar artık umudu unutmuş, gökyüzü yıldızlarını terk etmiş, savaşlar, acılar ve umutsuzluk topraklara kök salmıştır. Ancak karanlığın büyümesine karşı, kadim tanrıçalar bir seçim yapar—içinde saf ışık taşıyan bir varlık dünyaya gelecek.   Ve o bebek doğduğunda, kötülüğün hükümdarları onun varlığını derhal fark ederler.   Kötülüğün Yedi Kraliçesi: İnsanlığı Sindirmek İçin Gelen Kaos   Bu dünyada, gölgelere hükmeden, karanlığı taşıyan ve umudu yok eden yedi kraliçe vardır. Her biri benzersi...

7 bölüm Gölgeler ve Işık: Serpenthia’nın Aldatmacası Bölüm 7: Gerçek ve Yalan Arasındaki Çizgi

  Bölüm 7: Gerçek ve Yalan Arasındaki Çizgi  Kasaba halkı, Morganta’nın alevlerinden yeni çıkmıştı, ancak şimdi gerçeklik kayboluyordu.   İlk başta herkes her şeyin normal olduğunu düşündü. Ancak saatler geçtikçe bazı şeylerin yanlış olduğunu fark ettiler.   Serpenthia’nın Sessiz Saldırısı  Kasaba halkı zamanın akmadığını fark etti.   Güneş hiç hareket etmiyordu.  Saatler geçtikçe, gökyüzünün rengi değişmedi.   Bir adam, çarşı meydanına yürüdü, ancak adım attığında aynı noktada kaldığını fark etti.   Bir kadın  kapısını açmaya çalıştı, ancak kapı açılmadı—çünkü aslında orada değildi.   Bir çocuk, annesine seslendi, ancak ses çıkmadı.   Serpenthia, gerçeklikten yavaşça anıları silmeye başlamıştı.   "Gerçek, yalnızca benim izin verdiğim kadardır. Siz, hiçbir zaman burada değildiniz!"   Kasaba halkı panikle birbirine bakmaya başladı.   Ancak hiçbir şey net değildi....

İKİNCİ BÖLÜM: Gölgeler ve Işık: Velmoria’nın Zihinsel Çıkmazı Karanlık Akıl Oyunu

  Gölgeler ve Işık: Velmoria’nın Zihinsel Çıkmazı   Karanlık Akıl Oyunu   Kasaba, Umbra Noctis’in gölgelerinin bıraktığı derin izlerden henüz kurtulamamıştı. İnsanlar, karanlığın ağır örtüsü altında yaşamaya çalışıyordu. Ancak gerçek savaş henüz başlamamıştı. Çünkü bu sefer, düşman sadece bir gölge değil, akılların en derinlerinde gezinen bir sis olacaktı. Kasabanın dar sokaklarında, eski taş duvarlara işlenmiş yazılar gibi, unutulmuş bir korkunun yankıları dolaşıyordu. İnsanlar, neden burada olduklarını sorgulamaya başlamıştı. Bazıları sabaha gözlerini açtığında, kendi isimlerini hatırlamıyor, bazıları sevdiklerini unutuyor, geçmişin gerçeklikten silindiğini hissediyordu.   Bu, Velmoria’nın varlığının ilk işaretiydi.   Velmoria’nın Sessiz İllüzyonu Kasabanın gökyüzü, belirsiz bir sisle örtüldü. Sanki yıldızların ışığı sönmüş, dünya yalnızca düşüncelerle dolu soyut bir boşluğa dönüşmüştü.   Bir gece kimse kabus görmedi. Çünkü herkes...

Çukura Düşen Benekli

  Çukura Düşen Benekli Sultan, duygusal bir çocuktu ve hayvanları çok severdi. Her  fırsatta onlarla konuşur, onları beslemek için elinden geleni yapardı. Bir gün  Sultan, kardeşi Sema ile birlikte inekleri beslemek için meraya götürdü.  Komşuları Mehmet Amca, tarlasında su olduğunu fark etmiş ve oldukça büyük çukurlar açarak suyu bulmayı umarak tarlasında çalışmalara başlamıştı.  Sultan, şarkılar ve türküler eşliğinde ineklerin beslenmesi için ellerinden geleni yapıyordu. En sevdiği inek ise Benekli'ydi. Benekli, lezzetli yiyeceklerin  peşinde giderken yanlışlıkla Mehmet Amca'nın tarlasına girmişti. Sultan, Benekli'nin olmadığını fark edince paniğe kapıldı ve etrafına bakındı, ancak Benekli ortalıkta görünmüyordu. Kardeşine  seslendi. Diğer inekleri bir araya toplayarak  kardeşine teslim etti. Sultan, panik içinde Benekli'yi aramaya koyuldu.  Her yere baktı, ancak  benekliyi bulamadı. Mehmet Amca'nın tarlasına baktı, yine bir şey göreme...

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: KENDİNİ BULMAK

   ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: KENDİNİ BULMAK Akşam kamp ateşinin etrafında toplanan çocukların yüzlerinde yorgunluk vardı, ama bu yorgunluk öğrenmenin ve keşfetmenin verdiği tatlı bir huzurdu. Gün boyunca karşılaştıkları zorlukları birlikte aşmışlardı sadece teknik değil, duygusal engeller de vardı.   Sinem Hanım ateşin çıtırtıları arasında çocuklara dönerek sordu:   "Bugün çok şey yaşadık. Şimdi kendinize bir soruyu sormanızı istiyorum: Bugün ne öğrendiniz?"  Sofia, ateşin ışığında ellerini dizlerine koyarak derin bir nefes aldı. "Eskiden her şeyi kendim yapmaya çalışırdım,"  dedi. "Ama bugün, bir sorunu çözmek için başkalarının fikirlerine de ihtiyacım olduğunu fark ettim. Birlikte düşününce daha güçlü oluyoruz." Yanında oturan Emil başını salladı. "Evet, ben de sürekli hızla ilerlemek istiyorum. Ama bazen yavaşlamak ve detaylara bakmak gerekiyor. Bugün bunu öğrendim."   Li, defterini kapatarak gülümsedi. "Bugün ilk kez gerçekten kendimi duyurdum. ...

Bölüm 2: Merkür – Ateşin ve Buzun Dansı!

  Bölüm 2: Merkür – Ateşin ve Buzun Dansı! Uzayın sonsuz karanlığında süzülen dokuz küçük kâşif, ilk gezegenleri olan Merkür’e yaklaşıyorlardı. Gezegenin yüzeyi gri, çukurlarla dolu ve ürkütücü bir sessizlik içinde görünüyordu.   Murat, Dünya’daki manzaraları hatırlayıp başını iki yana salladı.  — Burada ne ağaç var ne de hava. Sanki ölü bir gezegene gelmişiz gibi!   Ali, bilimsel yönünü konuşturarak cevap verdi:   — Aslında burası tam olarak ölü değil. Ama atmosferi olmadığı için Dünya gibi canlılık barındırmıyor. Sadece taş, kayalar ve eski kraterler var!   Tam o anda  Bilge Ruh, derin bir kahkaha attı ve çocuklara döndü.   — Hoş geldiniz, genç kaşifler! Merkür, Güneş’e en yakın gezegen ama en sıcak olanı değil! Çünkü en sıcak gezegen unvanı Venüs’e ait!   Ela şaşkınlıkla gözlerini açtı:   Nasıl yani? Güneş’e en yakın gezegen daha sıcak olmalı,  öyle değil mi? Bilge Ruh elini kaldırarak açıklamay...

Görülmeyen Renkler

Görülmeyen Renkler Şehir, geceye teslim olmuşken neon ışıkları tabloların üzerine düşüyor, renklerin dansına eşlik ediyordu. Müzeye gelen kalabalık hayran gözlerle ünlü sanatçının eserlerini incelerken, dışarıda, buz gibi havada camın ardından içeriye bakan küçük bir çocuk vardı. Ellerini cebine sokmuş, soğuktan korunmaya çalışıyordu ama gözleri içerideki sanata saplanmıştı. Öyle bir tutkuyla bakıyordu ki sanki her fırça darbesini ezberliyordu. Bir gün kendi resimlerinin de o duvarlarda olacağını hayal ediyordu. Fakat hayaller bazen sadece hayal olarak kalırdı—çünkü toplum, bazı insanlara fırsat vermeyi unutuyordu. Sanatçı, müzenin içinden, cama yapışmış bu bakışları fark etti. İçinde garip bir hüzün dalgalandı. Çocuk sanatla arasında bir sınır hissediyordu; ona çizilmiş, aşılmaz bir çizgi vardı. Bir an düşündü—sanat gerçekten sınırlara mahkûm olabilir miydi? Belki bulunduğu yer değil, onu hissettiren duygular önemliydi. Ertesi gün, sanatçı kimliğini gizleyerek çocuğun yaşadığı semtte ...

KONUŞAN ORGANLAR Profesör Beyin'in Yolculuğu

 KONUŞAN ORGANLAR   Profesör Beyin'in Yolculuğu Fatih, abur cuburlarla dolu bir dünyada yaşamaya devam ediyordu. Renkli şekerlemeler, çıtır cipsler, gazlı içeceklerin kabarcıkları onun dünyasının yıldızlarıydı. Ancak bu alışkanlıklar, Fatih’i çoğu zaman enerjisiz, halsiz ve kafası karışık bir halde bırakıyordu. Bir gün aynada kendine bakarken bir karar verdi: *"Belki de bir şeyleri değiştirmeliyim."* İşte tam o sırada beyninden bir ses yükseldi:  "Fatih! Burada Profesör Beyin. Seni yıllardır izliyorum ve artık müdahale zamanı geldi. Zihinsel kalemiz yıkılmadan önce işleri düzeltmeliyiz. Haydi, sağlıklı bir yaşama doğru birlikte yolculuğa çıkalım!"   Fatih, beyninin bu konuşmasından hem etkilenmiş hem de şaşırmıştı. Ama Profesör Beyin ikna yeteneğini esprili bir şekilde göstermeye devam ediyordu:   "Unutma, Fatih, beynini mutlu etmek demek zeki fikirlerle dolu bir yaşam sürmek demektir. Einstein bile gurur duyar!" Ertesi sabah Fatih, kahvaltıda abu...

KONUŞAN ORGANLAR

Hoş geldiniz! Bugün, "Konuşan Organlar" serisi ile insan bedenine bambaşka bir perspektif kazandırmayı amaçlıyoruz. Bu seri, her bir organımızı birer anlatıcı olarak ele alıyor; kendi hikayelerini, işlevlerini ve bizlerle olan etkileşimlerini anlatıyor. Amacımız, içsel dünyamızın büyüleyici düzenini keşfetmek, farkındalığımızı artırmak ve bedenimizin kıymetini bir kez daha hatırlamak. Her biri hayatımızın merkezinde, sessiz ama hayati görevlerle meşgul organlarımızı, bu defa sessizliği bozarak konuşturuyoruz. Kalbimiz nasıl atmaya başladı? Beynimizin ilham dolu kıvrımlarında neler gizli? Akciğerlerimiz her nefeste neler hissediyor? İşte bu seri, tüm bu soruları eğlenceli ve öğretici bir dille yanıtlıyor. Hep birlikte, organlarımızın gözünden dünyaya bakmaya hazır olun. Bilimle sanatı bir araya getiren bu anlatım, sizi hem güldürüp hem düşündürecek. Haydi, şimdi perdeyi açıyoruz! İçsel kahramanlarımız konuşmaya başlıyor 18.04.2025 Mesıme Elif Ünalmış 

Hastane Yolları

  Hastane Yolları Ertesi gün Melis Hanım ve Ahmet Bey, Can’ı birlikte büyük hastaneye götürdü. Doktorlar Can için hemen yatış işlemlerini başlattı. Gerekli tetkikler yapıldıktan sonra,  Can’ın tedavisi için Ankara’ya gitmesinin daha uygun olacağına karar verildi. Bebeğin sevki, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Göz Hastanesi’ne  yapıldı.  Yaşadıkları küçük kasabadan ertesi gün ayrılıp Ankara’ya doğru yola çıktılar. Ahmet Bey zor da olsa işinden izin almıştı. Can, annesinin kucağında uzun kirpikleriyle mışıl mışıl uyuyordu. Melis Hanım Can’ın durumuyla ilgili yakınlarına haber verdi. Duyan duymayana söyledi, kadıncağız her seferinde olanları yeniden anlattı. Eş dost kadını teselli etti etmesine ama... “Ateş,” diye düşündü Melis Hanım, “Ateş düştüğü yeri yakar.”  Mamak’taki hastaneye  bebeği yatırdılar. Kendileri de derme çatma bir otele yerleşti. Tedavinin uzun süreceğini öğrendiler. Ahmet Bey geri dönmek zorunda kaldı. Can’ın tedavisi için Melis Hanım tüm s...

NEDEN YAZIYORUM

 NEDEN YAZIYORUM Ben çocukken keyif aldığım şeylerden biri de, yüksek bir yerde oturup insanları gözlemekti.  Onlara kendimi hissettirmeden izlemek farklı bir keyif veriyordu. Öyle ki  hayata dair anlam arayışında çoğu zaman ip ucu vermiştir. Bir diğer şey de olaylara derin bakmam da canım amcamın çok büyük bir etkisi olmuştur. Çocukluğumda onun anlattığı masallarla büyüdüm. Masalı o kadar derin ve güzel anlatıyordu ki; bizi adeta içine çekiyordu. Kendimizi masal kahramanlarından biriymişiz gibi hissediyorduk. O dönemde çocukların tek sosyal aktivitesi masal dinlemekti. Ben diğer çocuklara nazaran daha şanslıydım. Çünkü köyümüzün masalcı amcası benim canım  amcamdı. Masallar diyarında yolculuğa çıkan çocukların hikayesi hep aynıdır. Hayal kurmak, olaylara farklı bir bakış açısıyla bakarlar. Bu yönünü geliştirmemde amcamın ciddi etkisi olmuştur. Hayata, amcamın penceresinden baktığımda; her şeyi çok zengin görüyorum. Çünkü o yoktan var eden, yok olanı var gören entere...

Beyaz Örtünün Altındaki Bahar

  Beyaz Örtünün Altındaki Bahar Nisan ayının ikinci haftasında, kuş cıvıltıları ve uyanan doğanın sesiyle dolu bir sabaha uyanmayı bekleyen yavru kuş, gözlerini açtığında gördüğü manzara karşısında hayrete düştü. Gece boyunca, sessizce inen beyaz örtü tüm dünyayı sarıp sarmalamıştı. "Anne, bak! Her yer bembeyaz olmuş. Ama çok soğuk, biz bahara merhaba diyecektik!" diye cıvıldadı yavru kuş, sesi endişeliydi. Anne kuş yuvasının kenarına yaklaşıp dışarıya baktı. "Evet yavrum, doğa bazen bizi şaşırtabilir. Ama bu geçici. Sabırlı olalım, bahar yine bizimle olacak," dedi. Yavru kuş bu duruma biraz daha alışmaya çalışırken, bir fikir ortaya attı: "Anne, beyaz örtünün altında saklanan bahar hazinelerini keşfetmeye çalışalım mı?" Anne kuş gülümseyerek cevap verdi: "Bu biraz tehlikeli olabilir yavrum. Ama istersen sana bu beyaz örtünün getirdiği güzellikleri anlatayım."  Anne kuş, kar yağışının da aslında başka canlılara ne kadar mutluluk getirdiğini, su k...

DENİZLERİN FERYADI: EFE'NİN UMUT HİKAYESİ

  DENİZLERİN FERYADI: EFE'NİN UMUT HİKAYESİ Efe yaz tatilini annesiyle birlikte deniz kenarında geçirmeyi büyük bir heyecanla bekliyordu. Ancak onun içindeki bu coşku, denize dalışıyla yerini karmaşık bir duygu seline bıraktı. Dalgıç gözlüğünü takıp denizin altına baktığında gördükleri, onu hem şok etti hem de üzdü. Plastik şişeler, poşetler ve atıklarla dolu deniz tabanı, Efe'nin içinde buruk bir isyan uyandırdı. "Eğer bu kadar kirliyse denizler, neden kimse bir şey yapmıyor?" diye düşündü kendi kendine. Gördükleri gözlerinin önünden gitmiyordu. Efe’nin hayalinde denizlerin masmavi olması gerekirken gördüğü bu kirlilik, onun çocuk kalbini derinden yaralamıştı. Annesine döndüğünde, sesi titrek bir şekilde sordu: “Anne, insanlar neden denize bu kadar zarar veriyor? Büyükler neden bunu önemsemiyor?” Efe'nin annesi derin bir iç çekerek ona şefkatle sarıldı. "Maalesef, bazen insanlar sadece kendi hayatlarına odaklanıyor, doğanın ihtiyaçlarını unutuyor," dedi...

VEDA

 Merhaba arkadaşlar, bu yazımı bir arkadasım amatörce seslendirdi. Kendisine teşekkür ederim. YouTube kanalımda eklediğim bir video  YouTube kanal ismim Mesime Ünalmış  Kitaplarımda gôbek adımla  şu şekilde yer alıyor. Mesime Elif Ünalmış 

Sapanla Büyüyen Kayalar

  Sapanla Büyüyen Kayalar Soğuk kış gecelerinin masalcı amcası, olağanüstü bir insandı. En büyük yardımcısı bastonuydu; bastonsuz gezemezdi, çünkü bir bacağı topaldı. Alişan Amca, inanılmaz derecede becerikli biriydi. Kendi bastonu da dahil olmak üzere her işini kendisi yapardı. El sanatlarında çok başarılıydı. Köyde boş vakitlerinde sepet örer, bunu çoğu zaman karşılık beklemeden yapardı. Her şeyi kendi ekip biçtiği için dışarıdan pek bir şey satın almazdı. Bahçesinde bol miktarda meyve ve sebze vardı. Paraya pek ihtiyaç duymazdı; onun için asıl önemli olan insani değerlerdi ve bu değerler Alişan Amca’da fazlasıyla vardı. O hiç durmadan çalışırdı. Kimi zaman sepet örer, kimi zaman koyun güder, odun taşır ya da yıkılan bahçe duvarlarını onarırdı. Bunları para için değil, hatır için yapardı. Karşılığında yalnızca akşam yemeğine davet edilirdi ve hemen hemen her gece birinin evine konuk olurdu. Yemekten sonra köyün gençleri Alişan Amca’nın masallarını dinlemek için toplanır, hangi ev...

Sele Kurban Giden Üzümler

  Sele Kurban Giden Üzümler Bahar Teyze, oldukça kavgacı bir kadındı. Herkes ondan çekinirdi. Malına, mülküne öylesine düşkündü ki kimseyle komşuluk etmeyi beceremezdi. Üstelik bir hayli yaşlanmıştı. Her işe yetişemediği için can sıkıntısından olacak ki her fırsatta birilerine sataşır, kavga çıkarırdı. Çirkin sesiyle bağırır dururdu. Bahçesindeki meyveler çoğunlukla dalında kurur ya da çürüyüp giderdi. Ama yine de hiç kimsenin bahçesinin yakınına bile yaklaşmasına izin vermezdi. Bahar Teyze'nin bir de bağı vardı. Bu bağdaki üzümler de çoğu zaman toplanmadan dalında çürürdü. Onun komşumuz olması büyük bir talihsizlikti. Her sabah o çirkin sesini duyar, bağırıp çağırmasına uyanırdık. Bir sabah yine Bahar Teyze'nin sesinden rahatsız olduktan sonra anneme, “Arkadaşlarımla piknik yapmak istiyorum. Eğer kabul ederlerse Kızılcık Yaylası’na gidelim,” dedim. Annem izin verdi ve arkadaşlarım Birgül, Derya ve Melis’le birlikte Kızılcık Yaylası’na doğru yola çıktık. Kızılcık Yaylası gerçek...

AYAZ'IN DİKKATLİ YAKLAŞIMI VE EFE İLE DOSTLUĞU

  AYAZ'IN DİKKATLİ YAKLAŞIMI VE EFE İLE DOSTLUĞU Ayaz, sevgi dolu ve saygılı bir çocuktu. 2. sınıfta okumaktaydı ve küçüklere olan ilgisiyle dikkat çekiyordu. Her hareketinde onları korumaya özen gösterirdi. Bu özen, yaşadığı bir kazanın ardından şekillenmişti. Geçen yıl, 1. sınıfta bir merdiven kazası yaşamıştı. Büyük çocukların hızlıca koşup ona çarpmasıyla yere düşmüş ve kolunu kırmıştı. Uzun süre alçıda kalan kolu nedeniyle derslerine katılmakta zorlanmıştı. Ancak bu kaza, Ayaz'a önemli bir ders vermişti: Dikkatli olmak ve başkalarını da tehlikelerden korumak. Artık merdivenlerden inerken ya da oyun oynarken her zaman daha dikkatli davranıyordu. Koşan çocukları uyarmaktan ve daha küçük öğrencileri korumaktan geri durmuyordu. Onun için önemli olan, başka bir çocuğun kendi yaşadığı gibi bir acı yaşamamasıydı. Bir gün okul bahçesinde oyun oynarken Ayaz, 1. sınıfa yeni başlayan çekingen bir çocuk fark etti. Bu çocuk Efe'ydi. Sessiz bir kenarda duran Efe'nin utangaç h...

SIRAYLA KIRPILAN KOYUNLAR

  SIRAYLA KIRPILAN KOYUNLAR Fatoş, dayısı ile birlikte kuzuları güderdi. İlkbaharın gelmesiyle koyunları kırpmak için sabırsızlanıyordu. Koyunların kırpılıp yünlerinden kurtulması onun çok hoşuna gidiyordu. Birkaç hafta sonra dayısı ona, "Koyunları kırpacağız," dedi. Fatoş, "Yaşasın!" diyerek sevindi. Fatoş'un en sevdiği koyunların başında Kartopu ve Fiko geliyordu. Fiko, daha yavru bir kuzuydu ve onun yünlerinden kurtulmuş halini çok merak ediyordu. Kartopu ise koyun sürüsünün içinde yünleri en az kirlenen koyundu. Kirlenmemek için en temiz bulduğu yerde oturur, geviş getirirdi. Fatoş, ona "Kartopu" adını takmıştı. Fatoş, koyunların kırpılacağı günü sabırsızlıkla bekliyordu. Sabahın erken saatlerinde kalktı. Annesi, kahvaltı için ev halkına seslendi. Fatoş, gözlerini ovuşturarak banyoya gitti, elini yüzünü yıkadı ve kahvaltı sofrasına oturdu. Dayısı, iki yılı aşkın bir süredir onlarla kalıyordu. Anne ve babasını kaybedince ablasının evine yerleşmişt...