Ana içeriğe atla

Mira ve Zamanın İzinde – İkinci Bölüm Kırılma Noktası

 


Mira ve Zamanın İzinde – İkinci Bölüm Kırılma Noktası



Seattle’ın sabahları soğuk ama Mira’nın zihni daha da serindi o gün. Günlerdir bilgisayar ekranına bakıyor, EEG dalgalarını izliyor, ama kendi içinde kıpırdamayan bir şeyin farkındaydı: zaman. Artık onu ölçen bir bilim insanı değil, onun içinde sıkışmış bir kadındı. Artık yalnızdı. Baskıcı ilişki sona ermişti, sessizce, çatışmasız ama yankı bırakarak. Sevgilisi gitmişti, ama sesi hâlâ evin duvarlarında gezinirken Mira, kendi sesinin yerini arıyordu.


Washington Üniversitesi’nde başlattığı yeni araştırma, travma sonrası zaman algısının kültürel izlerini konu alıyordu. Bilimsel görünüyordu, ancak Mira biliyordu: bu çalışma bir veri toplama süreci değil, kendi kırık zamanını anlamlandırma çabasıydı. EEG cihazları, göz izleme yazılımları, çevresel etki ölçümleri… Hepsi dışarıdan bakıldığında akademikti ama içten içe bir terapi gibiydi. İlk katılımcı geldiğinde Mira, karşısında oturan kadının gözlerine bakarak zamanın ne kadar derin izler bıraktığını gördü. Kadın savaş görmüştü, göç etmişti, çocuğuyla aylarca yoksulluk içinde yaşamıştı. Mira elektrotları yerleştirirken kadın titriyordu. “Zaman geçmiyor,” dedi sessizce. “Sadece duruyor, sonra üstüne çöküyor.”


Mira o an anladı; EEG cihazı beynin dalgalarını, ama gözler geçmişin yankılarını taşıyordu. Veriler geldiğinde grafikler düzensizdi. Travma anısında zaman algısı donmuştu. Beyin, kendini korumak için hafızayı silerken zamanı da öldürüyordu.


Eve döndüğünde koltuğun boşluğuna baktı. Eskiden orada oturan adam şimdi bir başka evdeydi, başka bir hayatta. Mira bilgisayarını açtı, yazmaya başladı. Hipotezi netti: “Travma, bireyin zaman algısını yalnızca nörolojik değil kültürel olarak da etkiler.” Türkiye’den gelen katılımcıların verileri utançla karışıyordu; Japon katılımcılarda duygusal bastırma EEG dalgalarını törpülüyordu; Latin Amerikalı bir genç, suçlulukla zamanı bölüyordu. Mira'nın laboratuvarı artık bir veri merkezi değil; duygusal bir arkeoloji alanıydı. Her deneyde, başka birinin geçmişine ışık tutarken Mira kendi geçmişine gömülüyordu.


Bir gece kendi EEG verisini kaydetti. Cihazı başına yerleştirdi. Zihninde belirli sesler yankılandı: eski sevgilisinin sesi, annesinin mektubu, üniversitedeki ilk gün. Dalgalar yükselip alçaldıkça Mira, duygularının ritmini görüyordu. Bilimin ekranına yansıyan şey aslında onun iç sesiydi. Ve o ses hâlâ aralıksız çalıyordu.


Konferans günü geldiğinde salon kalabalıktı. Mira sahneye çıktı, derin bir nefes aldı. “Zamanın travmayla ilişkisi yalnızca beyin dalgalarıyla değil, toplumun öğretileriyle de ölçülmelidir,” dedi. Konuşmasında EEG verilerini gösterdi, göz izleme sonuçlarını sundu ama en çok dikkat çeken şey sesi oldu. Kadınların suskunluğundan, gençlerin baskıyla öğrenilmiş zaman anlayışından söz etti. İnsanlar onu bir bilim insanı gibi değil, bir tanık gibi dinliyordu. Konuşma sonunda bir kadın yaklaştı: “Sizin hikâyeniz bana ne zaman iyileşeceğimi öğretti.” Mira sustu. Belki de susmak en güçlü cevaptı.


Eve döndüğünde annesinin eski mektubunu açtı. “Unutma,” diyordu, “senin içindeki ışık dışarıdaki karanlıktan daha güçlü.” O cümleyi defalarca okudu. Ardından annesine sesli bir mesaj gönderdi: “Senin mektubun hâlâ burada. Zaman geçse de bazı kelimeler geçmiyor.” Birkaç saat sonra gelen cevapta annesi şöyle diyordu: “Ben de senin sesini ölçüyorum. Kalbimde.”


O gece Mira artık zamanın içinde değil, onun ötesindeydi. Bilim ona ölçmeyi değil, hissetmeyi öğretmişti. Ve şimdi, hem bir bilim insanı hem bir insan olarak kendine yeniden doğmuştu.


Bu hikâye kişisel bir üretimdir. Lütfen emek ve yaratıcılığa saygı gösteriniz.”

01.08.2025

Mesime Elif Ünalmış 



Mira ve Zamanın İzinde – 3.Bölüm Sessizliğin Hafızası


Seattle’da gökyüzü griydi ama Mira’nın zihni tarihten taşan renklerle doluydu. Bilimsel yolculuğunun üçüncü adımına hazırlanıyordu. Yeni projesi artık bireylerle sınırlı değildi. Artık toplumun bastırılmış hafızasını inceliyordu. “Toplumsal travmalar zaman algısını nasıl şekillendirir?” sorusu, yalnızca bir akademik metin değil, Mira’nın annesinden kalan sessizliği çözme girişimiydi.


Laboratuvarına geri dönerken telefonuna bir bildirim geldi: Türkiye’den bir belgesel yönetmeni, kolektif travmalar üzerine yaptığı yeni çalışmada Mira’nın bilimsel verilerini kullanmak istiyordu. “Zamanın sosyolojik katmanları ancak bilimle anlatılabilir,” diyordu mailde. Mira sustu. Bilim anlatmaksa, suskunluklar da veri olmalıydı.


İlk katılımcılar geldi. Göçmenler, aktivistler, susturulmuş gazeteciler... EEG cihazları bu kez yalnızca bireysel acıları değil; toplumsal sessizlikleri kaydediyordu. Özellikle Türkiye’den gelen veriler Mira’yı derinden etkiledi. 1980 darbesinden sağ çıkmış bir kadın, cihaz takılırken sessizce şöyle dedi: “Bazı tarihler saat bile taşımaz.” EEG grafiği başlarken gözleri yaşla doldu. Mira onu izledi. Göz izleme programı, sanki grafik yerine şiir yazıyordu.


Geceleri Mira verileri incelerken, kendi geçmişine döndü. Annesi 20 yaşındayken üniversiteden atılmıştı. O yıllarda sokaklar susturulmuştu. Mira, hiç konuşmadıkları o hikâyeye bir bilim insanı gibi değil, bir kız çocuğu gibi yaklaşmak istiyordu. Annesine mesaj attı: “Senin gençliğindeki zamanı ölçebilir miyim?” Cevap kısa geldi: “O zaman ölçülmezdi, saklanırdı.”


Bu cümle Mira’nın hipotezini şekillendirdi: “Bazı toplumlarda zaman, yaşanmayanlar üzerinden kurulur.” Bu fikir onu hem heyecanlandırdı hem ağlattı. Laboratuvardaki verilerle annesinin suskunluğu yan yana geldi. Zaman, beyin dalgalarından önce kalp ritminde bozuluyordu.


Bir gece Mira EEG cihazını kendine bağladı. Annesinin gençliğini düşündü. Polis sirenleri, yasak kitaplar, susturulan sokaklar… Grafik yükseldi, gözleri kapandı. Zihninde annesinin sesi duyuldu: “Senin sesin, benim suskunluğumun devamı olmasın.”


Ertesi sabah bir öğrencisine şunu dedi: “Bilim yalnızca bir şeyi açıklamaz; bazen onu yaşatır.” Öğrencisi sordu: “Ama geçmiş yaşanmadıysa, nasıl ölçülür?” Mira gülümsedi. “İşte o yüzden bilim değil, hikâye gerekir.”


Belgesel ekibi laboratuvara geldi. EEG dalgaları, göz izleme kayıtları, katılımcıların ifadeleriyle birlikte sunumlar hazırladılar. Mira, bir kavram önerdi:  Zamanın Kararması — toplumsal travmanın zaman algısını bozduğu anlara verilen ad. Filmde bu kavram üzerinden anlatım yapılacaktı. Mira, annesinden izin istedi. Annesi bir süre sustu, sonra “Ben senin sözünle değil sesinle barıştım,” dedi. Mira o cümleyi filmin açılışına yazdırdı.


Konferans günü geldiğinde salon hiç olmadığı kadar doluydu. Katılımcılar artık bilim insanı değildi; geçmişin tanıklarıydı. Mira mikrofonun başına geçti. “Bugün burada bilim yapmıyorum,” dedi, “bugün burada sesi geri veriyorum.” Ardından EEG verilerini, göz izleme haritalarını ve tanık ifadelerini sundu. Salonda sessizlik hâkimdi. En sonunda bir genç ayağa kalktı: “Sizin biliminiz bana dedemin sustuğu zamanı anlattı.”


Mira mikrofondan uzaklaştı. Belgesel görüntülerinden bir sahne izleyiciye sunuldu: EEG ekranında düzensiz dalgalar, fonda bir sokak sesi, Mira’nın annesinin mektubu ekranda. “Bazı zamanlar ölçülmez. Ama hissedilir.”


Gün bitince Mira laboratuvarına döndü. Not defterine tek bir cümle yazdı:  

 “Zamanı değil, zamanı bozan sessizliği ölçüyoruz.”


Sonra annesinin sesli mesajına baktı. “Kızım, senin bilimindeki kelimeler benim gençliğimde susturulmuştu. Şimdi senin sesinle duyuluyorlar.”


Mira gülümsedi. Artık yalnızca bilim insanı değil, bir tanıktı. Bir anlatıcı. Bir hafıza yürütücüsü.


O gece, ilk kez EEG cihazını kapalı bıraktı. Pencereden dışarıya baktı. Yağmur yağıyordu ama ses yoktu. Sanki gökyüzü, ona şunu fısıldıyordu:


“Zaman, susturulmuş sesleri dinlediğimizde başlar.”

02.08.2025

Mesime Elif Ünalmış 








Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

YARDIMLAŞMA

               YARDIMLAŞMA ⭐ Tayfun, diğer arkadaşlarıyla teneffüse çıkmış, okul bahçesinde oynuyordu. Etrafında durmaksızın koşturan çocuklara bakıyordu. Tayfun, sakin bir çocuk olduğundan genelde bir köşede oturup arkadaşlarını izliyordu. Tayfun, peşinde koşturan sınıf arkadaşının düştüğünü görünce yerinden fırlayarak yardıma koştu. Gökhan fena düşmüştü ve acı içinde kıvranıyordu. Hemen ardından nöbetçi öğretmen yetişti ve Gökhan'ın yardımına koştu. Öğretmen ambulansı çağırarak Gökhan'ın hastaneye gitmesini sağladı. Ambulansın gelmesini beklerken, komşulardan biri olan Tayfun'un annesi, Gökhan'a ve öğretmenlere yardımcı olmak için geldi. Tayfun, arkadaşı için çok üzülmüştü. O günden sonra, müdür bey çocukların kolektif oyunlar oynamaları için belli kurallar çerçevesinde güzel oyunlar oynamalarını teşvik edecek konuşmalar yaptı. Koşturmadan da güzel oyunlar oynayabileceklerini hatırlattı. Bu olay, Tayfun'un arkadaşlarına daha çok yardım etmeye ba...

KAVRAMSAL ÖYKÜLER

🌼  Sevgi🌼 Dilek, henüz 1. sınıfa gidiyordu. Sapsarı saçları ve mavi gözleriyle çok sevimliydi. Dilek, okulun açılmasıyla yeni arkadaşlar edinmiş ve okuluna iyice alışmaya başlamıştı. Yeni şeyler öğrenmek onu heyecanlandırıyordu. Okulu çok seviyordu ve arkadaşlarını da çok değerli buluyordu. Ancak en çok arkadaşı Semra'yı seviyordu. Semra'nın babası öğretmen olduğu için başka bir okula tayin olmuştu ve Semra'dan ayrılmak zorunda kaldı. Dilek bu duruma çok üzülmüştü. Ancak annesi durumu kabul etmesi için Dilek'i karşısına alarak durumu izah etti. Annesi, Dilek'in dilediği zaman Semra'yı arayabileceğini söyledi. Dilek bunun üzerine çok sevindi. O günden sonra bütün dikkatini okula vererek yeni şeyler öğrenmeye devam etti. Aradan geçen zaman içinde arkadaşlarını aramayı da ihmal etmedi. Dilek, yeni arkadaşlar edinmeye ve sınıfında daha aktif olmaya devam etti. Semra'yla da sık sık telefonla konuşarak bağlarını koparmadı. Okulda öğrendiği yeni bilgileri ve ya...

Hatay Depreminin İkinci Yıldönümü: Yıkımın ve Umudun İzleri

  Hatay'da depremin üzerinden iki yıl geçti. Ancak, bu doğal afetin açtığı yaralar hala sarılmayı bekliyor. Depremzedeler, yaşadıkları acıları ve çaresizlikleri unutamıyor. Onların hikayeleri, bizlere dayanışmanın ve insanlığın önemini hatırlatıyor. Depremde evlerini, sevdiklerini kaybeden insanlar, yeni bir hayat kurma çabası içinde. Bu zorlu süreçte, birbirlerine destek olarak ayakta kalmaya çalışıyorlar. Her şeye rağmen umutlarını yitirmeyen depremzedeler, yarınlara daha güçlü bakma arzusu taşıyor. Depremin getirdiği yıkımın ardından, hayatlarını yeniden inşa etmeye çalışan bu insanların sesine kulak vermek ve onların yaşadığı zorlukları anlamak, hepimiz için bir sorumluluk. Bir daha bu acıların yaşanmaması için, toplum olarak bilinçli ve duyarlı olmalıyız. Bu yıldönümünde, depremzedelerin acılarını ve çaresizliklerini unutmamak için bir kez daha hatırlatmak istiyoruz: Yaşananlardan ders çıkararak, gelecekte daha sağlam adımlar atmalıyız. Bu süreçte en önemli şey, dayanışma v...