Ana içeriğe atla

Mira ve Zamanın İzinde – Bölüm 5: Doğanın Ritmi

 


Mira ve Zamanın İzinde – Bölüm 5: Doğanın Ritmi


Seattle’da rüzgâr yaprakları taşırken Mira laboratuvarın camından dışarıya baktı. Zamanı artık dalgalarla değil, rüzgârla ölçmek istiyordu. İnsan bedeninin ritmini anlamıştı; toplumun sessizliğini yazmıştı; çocukların kalp atışlarında geleceği görmüştü. Şimdi sıra doğadaydı. Zaman doğada nasıl akıyordu? Göçmen kuşlar saatle değil, sezgiyle mi uçuyordu? Ağaçlar yapraklarını neye göre döküyordu? Mira’nın yeni sorusu, bilimin ritmini sessizliğe dönüştürüyordu.


Yeni projesi “Ekolojik Zaman Algısı: Doğa, Hafıza ve Dönüşüm” adını taşıyordu. İlk veri seti göçmen kuşların uydu takip sistemiyle elde edilen saat aralıklarını içeriyordu. Ama Mira bu rakamları değil, ritmi arıyordu. Kuşlar her yıl aynı saatte dönüyorlardı. Peki neden o saat? Biyolojik saat mi? Güneşin eğimi mi? Yoksa yaşanmışlığın dokusu mu?


Bir ornitologla görüştü. Kuşların bazen birkaç dakika sapmalarla uçtuğunu, ama stresli bölgelerde bu sapmanın saatlere dönüştüğünü öğrendi. Mira’nın EEG deneyimi birden aklına geldi. Travma, beyin ritmini bozduğu gibi doğadaki ritmi de bozuyordu. Bilimsel hipotezi yazdı: “Ekolojik travma, doğal zaman ritmini bozar.”


Günler sonra bir arıcılıkla uğraşan kadının hikâyesi geldi. Kuraklık başladığından beri arılar sabahları geç uçuyordu. Mira veri kaydı yerine kadının cümlesini defterine yazdı: “Arılar bile zamanı değiştiriyor. Belki toprak üzülüyor.” Bu cümle bir makaleye dönüşmedi. Ama Mira için verinin kalbi buydu.


Üniversite laboratuvarının yanına bir mikro-gözlem alanı kurdu. Öğrencileriyle birlikte yaprak döküm süresini, çiy oluşumlarını, kuş geçişlerini takip ettiler. Zaman artık grafik değildi; bahçedeki çam kozalağının açılma süresiydi. Mira günlüğüne şunu yazdı: “Doğa zamanı anlatmaz, gösterir.”


Bir sabah Mira annesini aradı. “Sen çocukken doğada zamanı nasıl hissediyordun?” Annesi sustu. Sonra dedi ki: “Kuşlar geçtiğinde yaz bitmiş sayılırdı.” Mira o cümleyi veri tablosunun en üstüne yerleştirdi. Artık zaman ölçülecek değil, sezilecek bir şeydi.


İklim araştırmacısı bir arkadaşından okyanus akıntılarının değişim saatlerini aldı. Akıntılar birkaç yıl önceye göre 23 dakika sapma gösteriyordu. Mira düşündü: “İnsan travmalarında zaman duruyor; doğa travmasında sürçüyor.”


Belgesel ekibi tekrar geldi. Mira bu kez bilimini değil, sesini sundu. Göçmen kuşların uçuş sesleri, yaprakların hışırtısı, rüzgârın EEG’ye dönüştürüldüğü bir ses kaydı. Sunumda bir katılımcı gözleri dolu şekilde şöyle dedi: “Bu sadece doğa değil. Bu geçmişim.”


Bir öğrenci, Mira’nın projesinden ilhamla bir şiir yazdı. Şiirde şöyle diyordu:  

> “Kuşlar dönünce kalbim hafifliyor. Zaman biraz susuyor.”


Mira onu laboratuvar panosuna astı. Bilim bazen sustuğunda, kalbe yerleşiyordu.


Araştırma ilerledikçe Mira fark etti: doğa matematikle değil, hafızayla konuşuyordu. Zamanı yazan şey, rüzgârın yönü değil; insanların onu nasıl duyduğu, nasıl hissettiğiydi.


Bir gece Mira kampüsün kenarındaki gölete gitti. Ay ışığı suya değiyordu. Saatine baktı, gece 01.47. Bir kuş sesi duydu. Ardından başka bir ses: dalganın ritmi. Sonra hiçbir şey. Sessizlik. O an Mira anladı:  

“Zaman sadece ses değil; sessizliktir. Dönüş değil, bekleyiştir.”


Günlüğüne şunu yazdı:  

“Doğanın zamanı bir saat değil; bir şarkıdır. Ve biz hâlâ dinlemeyi öğreniyoruz.”

05.08.2025

Mesime Elif Ünalmış 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

YARDIMLAŞMA

               YARDIMLAŞMA ⭐ Tayfun, diğer arkadaşlarıyla teneffüse çıkmış, okul bahçesinde oynuyordu. Etrafında durmaksızın koşturan çocuklara bakıyordu. Tayfun, sakin bir çocuk olduğundan genelde bir köşede oturup arkadaşlarını izliyordu. Tayfun, peşinde koşturan sınıf arkadaşının düştüğünü görünce yerinden fırlayarak yardıma koştu. Gökhan fena düşmüştü ve acı içinde kıvranıyordu. Hemen ardından nöbetçi öğretmen yetişti ve Gökhan'ın yardımına koştu. Öğretmen ambulansı çağırarak Gökhan'ın hastaneye gitmesini sağladı. Ambulansın gelmesini beklerken, komşulardan biri olan Tayfun'un annesi, Gökhan'a ve öğretmenlere yardımcı olmak için geldi. Tayfun, arkadaşı için çok üzülmüştü. O günden sonra, müdür bey çocukların kolektif oyunlar oynamaları için belli kurallar çerçevesinde güzel oyunlar oynamalarını teşvik edecek konuşmalar yaptı. Koşturmadan da güzel oyunlar oynayabileceklerini hatırlattı. Bu olay, Tayfun'un arkadaşlarına daha çok yardım etmeye ba...

KAVRAMSAL ÖYKÜLER

🌼  Sevgi🌼 Dilek, henüz 1. sınıfa gidiyordu. Sapsarı saçları ve mavi gözleriyle çok sevimliydi. Dilek, okulun açılmasıyla yeni arkadaşlar edinmiş ve okuluna iyice alışmaya başlamıştı. Yeni şeyler öğrenmek onu heyecanlandırıyordu. Okulu çok seviyordu ve arkadaşlarını da çok değerli buluyordu. Ancak en çok arkadaşı Semra'yı seviyordu. Semra'nın babası öğretmen olduğu için başka bir okula tayin olmuştu ve Semra'dan ayrılmak zorunda kaldı. Dilek bu duruma çok üzülmüştü. Ancak annesi durumu kabul etmesi için Dilek'i karşısına alarak durumu izah etti. Annesi, Dilek'in dilediği zaman Semra'yı arayabileceğini söyledi. Dilek bunun üzerine çok sevindi. O günden sonra bütün dikkatini okula vererek yeni şeyler öğrenmeye devam etti. Aradan geçen zaman içinde arkadaşlarını aramayı da ihmal etmedi. Dilek, yeni arkadaşlar edinmeye ve sınıfında daha aktif olmaya devam etti. Semra'yla da sık sık telefonla konuşarak bağlarını koparmadı. Okulda öğrendiği yeni bilgileri ve ya...

Hatay Depreminin İkinci Yıldönümü: Yıkımın ve Umudun İzleri

  Hatay'da depremin üzerinden iki yıl geçti. Ancak, bu doğal afetin açtığı yaralar hala sarılmayı bekliyor. Depremzedeler, yaşadıkları acıları ve çaresizlikleri unutamıyor. Onların hikayeleri, bizlere dayanışmanın ve insanlığın önemini hatırlatıyor. Depremde evlerini, sevdiklerini kaybeden insanlar, yeni bir hayat kurma çabası içinde. Bu zorlu süreçte, birbirlerine destek olarak ayakta kalmaya çalışıyorlar. Her şeye rağmen umutlarını yitirmeyen depremzedeler, yarınlara daha güçlü bakma arzusu taşıyor. Depremin getirdiği yıkımın ardından, hayatlarını yeniden inşa etmeye çalışan bu insanların sesine kulak vermek ve onların yaşadığı zorlukları anlamak, hepimiz için bir sorumluluk. Bir daha bu acıların yaşanmaması için, toplum olarak bilinçli ve duyarlı olmalıyız. Bu yıldönümünde, depremzedelerin acılarını ve çaresizliklerini unutmamak için bir kez daha hatırlatmak istiyoruz: Yaşananlardan ders çıkararak, gelecekte daha sağlam adımlar atmalıyız. Bu süreçte en önemli şey, dayanışma v...