Kendi Sesini Arayan Kadın: Sessizliğin İçinden Doğan Güç
Hazal, sabahın erken saatlerinde gözlerini açtığında, içindeki boşluk yine sessizce kendini hatırlattı. Yatağın kenarına oturup ayaklarını yere bastığında, bedeninden çok ruhunun yorgunluğunu hissediyordu. Evin içindeki sessizlik artık onun için sadece bir ortam değil, bir duyguya dönüşmüştü. Eşi hâlâ uyuyordu; nefesi düzenli, derin ve uzak. Hazal ise uyanıktı. Hem bedeniyle hem zihniyle. Çünkü içinde bir şey uyanmıştı: kendini bulma arzusu.
Mutfağa geçti. Kahve makinesinin sesi sabahın sessizliğini deldi. Masaya oturduğunda gözleri defterine kaydı. Sayfalar dolusu cümleler… Kimi eksik, kimi cesur, kimi kırılgan. Ama hepsi ona aitti. Bir gece “Ben kimim?” diye yazmıştı. Ardından “Ne istiyorum?” sorusu gelmişti. Bu sorular, onun içsel dönüşümünü başlatmıştı. Artık başkalarının tanımlarıyla yaşamayı reddediyordu. “Sabırlı kadın”, “fedakâr eş”, “örnek abla”… Bu etiketler, onun ruhunu sıkıştırıyordu. Hazal, artık kendi kelimeleriyle var olmak istiyordu.
Eşiyle olan ilişkisi zamanla sessizliğe dönüşmüştü. Konuşmalar kısa, duygular eksik, bakışlar yorgundu. Hazal, onunla değil, onun varlığıyla mücadele ediyordu. Çünkü baskı her zaman bağırarak gelmezdi. Bazen bir suskunluk, bazen küçümseyen bir bakış, bazen “ne gerek var” cümlesi… Hazal, bu görünmez baskının içinde kendi sesini arıyordu.
Bir gün salonda yalnızken eski bir kitap buldu. Simone Weil’in bir cümlesi dikkatini çekti: “Gerçek özgürlük, içsel sessizlikte doğar.” Bu söz onun için bir dönüm noktası oldu. Çünkü Hazal’ın sessizliği artık bir hapishane değil, bir laboratuvar olmuştu. Düşünüyordu, yazıyordu, sorguluyordu. Felsefe kitapları, psikoloji makaleleri, edebi metinler… Hepsi onun içsel yolculuğunun haritasıydı.
Toplumun ona biçtiği rollerle yüzleşmek kolay değildi. Mahalledeki kadınlar onun değişimini fark ettikçe ya uzaklaşıyor ya da merakla izliyordu. “Ne yapıyor bu kadın?” sorusu en çok sorulan soruydu. Hazal gülümsüyordu. Çünkü artık ne yaptığını biliyordu. Hayal kuruyordu. Ve bu hayaller onun için bir direniş biçimiydi.
Geceleri yazdığı hikâyelerde küçük kızlar yıldızlara dokunuyor, yaşlı kadınlar yeniden dans ediyordu. Her karakter onun içindeki bir parçayı taşıyordu. Ama Hazal kendini hiç yazmadı. Çünkü onun hikâyesi hâlâ yazılıyordu. Her gün, her sessizlikte, her hayalde biraz daha şekilleniyordu.
Bir akşam eşi bağırdı: “Bu saçmalıkları bırak artık. Gerçek dünyaya dön.” Hazal sessiz kaldı. Ama içinden bir cümle geçti: “Benim dünyam da gerçek. Çünkü ben varım.” Bu cümle onun içsel devrimini tamamladı. Artık sadece hayal kurmuyor, hayallerini yaşıyordu.
Rüyalarında sık sık bir orman görüyordu. Ağaçlar fısıldıyor, yapraklar ona yol gösteriyordu. Rüyanın sonunda bir göl kenarına ulaşıyordu. Suyun yüzeyinde kendi yansımasını görüyordu. Ama bu yansıma tanıdığı Hazal değildi. Gözleri daha derin, duruşu daha dikti. O an anladı: değişmişti. Sessizce, kimseye söylemeden, kendi içinden geçerek değişmişti.
Artık korkmuyordu. Baskı hâlâ vardı ama onun içindeki ses daha güçlüydü. Hayallerinin peşinden gitmek ona bir kimlik kazandırmıştı. Artık sadece hayal kurmuyor, hayallerini yaşıyordu. Ve bu yaşam, sessiz bir direnişin en güçlü hâliydi.
Hazal’ın hikâyesi, kırılmadan güçlenmenin bir örneğiydi. Toplumsal kalıplara, psikolojik baskılara, felsefi sorgulara rağmen kendi yolunu bulmuştu. Ve bu yol başka kadınlara da ışık olacaktı. Çünkü bir kadın hayal kurduğunda, dünya biraz daha değişiyordu.
04.10.2025
Mesime Elif Ünalmış
Yorumlar
Yorum Gönder
Merhaba sevgili okuyucular, paylaştığım hikayeler ve yazılar hakkındaki düşüncelerinizi çok merak ediyorum! Yorumlarınız benim için çok değerli. Lütfen görüşlerinizi ve önerilerinizi paylaşmaktan çekinmeyin. Hep birlikte daha güzel bir topluluk oluşturalım! ✍️