Ana içeriğe atla

KIRILMADAN GÜÇLENMEK  
6. Bölüm – Kendi Çatısını Kurmak: Kararların Ardındaki Cesaret  
Yayın Tarihi: 4 Ekim 2025  
Yazan: Mesime Elif Ünalmış


Ev sessizdi. Ama bu sessizlik huzurdan değil, alışkanlıktandı. Duvarlar konuşmayı unutmuştu, perdeler bile çekilirken ses çıkarmamaya çalışıyordu. Hazal, mutfakta bir fincan kahveyle pencerenin önünde duruyordu. Dışarıda rüzgâr dalları eğip büküyordu ama içeride hiçbir şey kıpırdamıyordu. Küçük kızının odasından gelen hafif nefes sesi, Hazal’ın kalbini yumuşattı. Rüya uyuyordu. O uyurken dünya biraz daha katlanılır oluyordu. Hazal, kızının varlığıyla hayatta kalıyor, onun gülüşüyle yeniden doğuyordu. Ama bu doğum, sancısız değildi.

Kendi annesi gibi olmamaya söz vermişti. Ama bazen aynaya baktığında, annesinin gözleriyle karşılaşıyordu. O gözlerdeki suskunluk, Hazal’ın içini ürpertiyordu. Çünkü o da susuyordu. Yıllardır. Eşiyle konuşmaları kısa, kesik ve işlevseldi. “Yemek hazır mı?”, “Rüya’yı sen mi alacaksın?”, “Faturayı yatırdın mı?” gibi cümleler arasında kaybolmuştu. Aralarında artık bir bağ değil, bir görev dağılımı vardı. Hazal, bu görevlerin içinde kendi varlığını unutmuştu.

Geceleri yazıyordu. Sessizce, kimse görmeden, kimse bilmeden. Blogunun adı “Kırılmadan Yaşamak”tı. Gerçek adını kullanmıyordu. Çünkü hâlâ çekiniyordu. Yazılarında kendi hikâyesini doğrudan anlatmıyordu. Ama her cümlede bir parçası vardı. Bir kadın karakter yaratmıştı: Elif. Elif, Hazal’ın söyleyemediklerini söylüyor, yapamadıklarını yapıyordu. Bir gece Elif şöyle dedi: “Ben artık susmayacağım. Çünkü sessizlik beni yok ediyor.” Hazal bu cümleyi yazdıktan sonra uzun süre ekrana baktı. Gözleri doldu. Çünkü Elif’in cesareti, onun özlemi olmuştu.

Bir sabah, eşi kahvaltı masasında şöyle dedi: “Senin bu yazı işlerin ne zaman bitecek?” Hazal ilk kez cevap verdi: “Bitmeyecek. Çünkü bu benim işim.” Eşi güldü. Alaycı bir şekilde: “İş mi? Kim okuyacak senin yazdıklarını?” Hazal sustu. Ama bu suskunluk, eski suskunluklardan değildi. İçinde bir şey çatladı. Ve o çatlak, ilk çatının temeliydi. O gün bloguna yeni bir yazı ekledi: “Cesaretin Çatısı.” Yazı beklediğinden fazla okundu. Yorumlar geldi. “Ben de aynıyım,” diyen kadınlar. “Seninle güç buluyorum,” diyenler. Hazal, ilk kez yalnız olmadığını hissetti.

Bir karar aldı: artık yazılarını kendi adıyla yayınlayacaktı. Bu karar küçük görünse de onun için bir devrimdi. Çünkü adını söylemek, varlığını savunmaktı. Eşi bu kararı duyunca öfkelendi. “Ne gerek var? İnsanlar seni tanımasın. Ne kazanacaksın?” Hazal gözlerinin içine baktı: “Ben kendimi kazanacağım.” O gece blogunun başlığını değiştirdi: “Hazal’ın Hikâyesi.” İlk yazısı: “Adımı Söylüyorum.” Yıllarca sustum. Çünkü korktum. Ama artık korkumu da yazıyorum. Çünkü bu benim hayatım. Ve ben, kendi hayatımı savunuyorum.

Hazal artık yazılarını sosyal medyada da paylaşıyordu. Takipçileri artıyordu. Kadınlar ona yazıyor, kendi hikâyelerini anlatıyordu. Bir kadın şöyle demişti: “Senin cesaretin, benim sığınağım oldu.” Hazal bu cümleyi defterine yazdı. Çünkü artık sadece kendisi için değil, başkaları için de yazıyordu. Bir çevrim içi atölye başlattı: “Kırılmadan Konuşmak.” İlk oturumda 38 kadın vardı. Her biri kendi hikâyesini anlatmak istiyordu. Hazal ekranın karşısında gülümsedi. Çünkü artık yalnız değildi.

Bir gün kızına şöyle dedi: “Rüya, güçlü olmak ne demek biliyor musun?” Rüya başını salladı. “Hayır anne.” Hazal gülümsedi: “Güçlü olmak, kendi kararını savunmaktır. Korksan bile.” O gece defterine son bir cümle yazdı: “Cesaretin çatısı, kendi kararlarımın altında kuruldu. Artık yağmur yağsa da, ben ıslanmayacağım.”

Ama hayat sadece yazılardan ibaret değildi. Hazal bir gün annesinden bir telefon aldı. “Senin yazılarını okudum,” dedi annesi. “Beni anlatmışsın.” Hazal sustu. Kalbi hızla çarpıyordu. “Kızgın değilim,” dedi annesi. “Sadece seni tanımaya çalışıyorum.” Bu cümle Hazal’ın içindeki bir başka çatıyı kurdu. Çünkü annesiyle yüzleşmek, geçmişle barışmaktı. O gece yeni bir yazı yazdı: “Annemin Gözleri.” Yazıda şöyle diyordu: “Bazen en büyük cesaret, affetmektir. Ve affetmek, kendini özgür bırakmaktır.”

Hazal’ın hayatı değişiyordu. Artık sadece yazmıyor, yaşıyordu. Kendi kararlarını savunmak sadece kelimelerle değil, seçimlerle de oluyordu. Bir gün iş teklifleri almaya başladı. Bir kadın platformu, onun yazılarını kitaplaştırmak istedi. Hazal uzun süre düşündü. Çünkü bu, tamamen görünür olmak demekti. Ama sonra Rüya’nın gözlerine baktı. “Sen çok güçlüsün anne,” demişti bir gün. Hazal bu gücü artık saklamayacaktı.

Kitap çıktı. Adı: “Kırılmadan Yaşamak.” Alt başlık: “Cesaretin Çatısı.” Okurlar onu tanıdı. Konferanslara çağrıldı. Ama en çok kadınlar ona mektuplar yazdı. “Seninle konuşmayı öğrendim,” diyenler. “Seninle kendimi sevdim,” diyenler. Hazal bu mektupları bir kutuda saklıyordu. Çünkü her biri onun çatısına bir kiremitti.

Bir gün eski eşi ona mesaj attı. “Seni televizyonda gördüm. Başarmışsın.” Hazal cevap vermedi. Çünkü artık onay aramıyordu. O gece defterine son bir cümle daha yazdı:  
“Ben artık kendi çatımın altındayım. Ve bu çatı, benim kararlarımla kuruldu.”
KIRILMADAN GÜÇLENMEK  
6. Bölüm – Kendi Çatısını Kurmak: Kararların Ardındaki Cesaret  


Ev sessizdi. Ama bu sessizlik huzurdan değil, alışkanlıktandı. Duvarlar konuşmayı unutmuştu, perdeler bile çekilirken ses çıkarmamaya çalışıyordu. Hazal, mutfakta bir fincan kahveyle pencerenin önünde duruyordu. Dışarıda rüzgâr dalları eğip büküyordu ama içeride hiçbir şey kıpırdamıyordu. Küçük kızının odasından gelen hafif nefes sesi, Hazal’ın kalbini yumuşattı. Rüya uyuyordu. O uyurken dünya biraz daha katlanılır oluyordu. Hazal, kızının varlığıyla hayatta kalıyor, onun gülüşüyle yeniden doğuyordu. Ama bu doğum, sancısız değildi.

Kendi annesi gibi olmamaya söz vermişti. Ama bazen aynaya baktığında, annesinin gözleriyle karşılaşıyordu. O gözlerdeki suskunluk, Hazal’ın içini ürpertiyordu. Çünkü o da susuyordu. Yıllardır. Eşiyle konuşmaları kısa, kesik ve işlevseldi. “Yemek hazır mı?”, “Rüya’yı sen mi alacaksın?”, “Faturayı yatırdın mı?” gibi cümleler arasında kaybolmuştu. Aralarında artık bir bağ değil, bir görev dağılımı vardı. Hazal, bu görevlerin içinde kendi varlığını unutmuştu.

Geceleri yazıyordu. Sessizce, kimse görmeden, kimse bilmeden. Blogunun adı “Kırılmadan Yaşamak”tı. Gerçek adını kullanmıyordu. Çünkü hâlâ çekiniyordu. Yazılarında kendi hikâyesini doğrudan anlatmıyordu. Ama her cümlede bir parçası vardı. Bir kadın karakter yaratmıştı: Elif. Elif, Hazal’ın söyleyemediklerini söylüyor, yapamadıklarını yapıyordu. Bir gece Elif şöyle dedi: “Ben artık susmayacağım. Çünkü sessizlik beni yok ediyor.” Hazal bu cümleyi yazdıktan sonra uzun süre ekrana baktı. Gözleri doldu. Çünkü Elif’in cesareti, onun özlemi olmuştu.

Bir sabah, eşi kahvaltı masasında şöyle dedi: “Senin bu yazı işlerin ne zaman bitecek?” Hazal ilk kez cevap verdi: “Bitmeyecek. Çünkü bu benim işim.” Eşi güldü. Alaycı bir şekilde: “İş mi? Kim okuyacak senin yazdıklarını?” Hazal sustu. Ama bu suskunluk, eski suskunluklardan değildi. İçinde bir şey çatladı. Ve o çatlak, ilk çatının temeliydi. O gün bloguna yeni bir yazı ekledi: “Cesaretin Çatısı.” Yazı beklediğinden fazla okundu. Yorumlar geldi. “Ben de aynıyım,” diyen kadınlar. “Seninle güç buluyorum,” diyenler. Hazal, ilk kez yalnız olmadığını hissetti.

Bir karar aldı: artık yazılarını kendi adıyla yayınlayacaktı. Bu karar küçük görünse de onun için bir devrimdi. Çünkü adını söylemek, varlığını savunmaktı. Eşi bu kararı duyunca öfkelendi. “Ne gerek var? İnsanlar seni tanımasın. Ne kazanacaksın?” Hazal gözlerinin içine baktı: “Ben kendimi kazanacağım.” O gece blogunun başlığını değiştirdi: “Hazal’ın Hikâyesi.” İlk yazısı: “Adımı Söylüyorum.” Yıllarca sustum. Çünkü korktum. Ama artık korkumu da yazıyorum. Çünkü bu benim hayatım. Ve ben, kendi hayatımı savunuyorum.

Hazal artık yazılarını sosyal medyada da paylaşıyordu. Takipçileri artıyordu. Kadınlar ona yazıyor, kendi hikâyelerini anlatıyordu. Bir kadın şöyle demişti: “Senin cesaretin, benim sığınağım oldu.” Hazal bu cümleyi defterine yazdı. Çünkü artık sadece kendisi için değil, başkaları için de yazıyordu. Bir çevrim içi atölye başlattı: “Kırılmadan Konuşmak.” İlk oturumda 38 kadın vardı. Her biri kendi hikâyesini anlatmak istiyordu. Hazal ekranın karşısında gülümsedi. Çünkü artık yalnız değildi.

Bir gün kızına şöyle dedi: “Rüya, güçlü olmak ne demek biliyor musun?” Rüya başını salladı. “Hayır anne.” Hazal gülümsedi: “Güçlü olmak, kendi kararını savunmaktır. Korksan bile.” O gece defterine son bir cümle yazdı: “Cesaretin çatısı, kendi kararlarımın altında kuruldu. Artık yağmur yağsa da, ben ıslanmayacağım.”

Ama hayat sadece yazılardan ibaret değildi. Hazal bir gün annesinden bir telefon aldı. “Senin yazılarını okudum,” dedi annesi. “Beni anlatmışsın.” Hazal sustu. Kalbi hızla çarpıyordu. “Kızgın değilim,” dedi annesi. “Sadece seni tanımaya çalışıyorum.” Bu cümle Hazal’ın içindeki bir başka çatıyı kurdu. Çünkü annesiyle yüzleşmek, geçmişle barışmaktı. O gece yeni bir yazı yazdı: “Annemin Gözleri.” Yazıda şöyle diyordu: “Bazen en büyük cesaret, affetmektir. Ve affetmek, kendini özgür bırakmaktır.”

Hazal’ın hayatı değişiyordu. Artık sadece yazmıyor, yaşıyordu. Kendi kararlarını savunmak sadece kelimelerle değil, seçimlerle de oluyordu. Bir gün iş teklifleri almaya başladı. Bir kadın platformu, onun yazılarını kitaplaştırmak istedi. Hazal uzun süre düşündü. Çünkü bu, tamamen görünür olmak demekti. Ama sonra Rüya’nın gözlerine baktı. “Sen çok güçlüsün anne,” demişti bir gün. Hazal bu gücü artık saklamayacaktı.

Kitap çıktı. Adı: “Kırılmadan Yaşamak.” Alt başlık: “Cesaretin Çatısı.” Okurlar onu tanıdı. Konferanslara çağrıldı. Ama en çok kadınlar ona mektuplar yazdı. “Seninle konuşmayı öğrendim,” diyenler. “Seninle kendimi sevdim,” diyenler. Hazal bu mektupları bir kutuda saklıyordu. Çünkü her biri onun çatısına bir kiremitti.

Bir gün eski eşi ona mesaj attı. “Seni televizyonda gördüm. Başarmışsın.” Hazal cevap vermedi. Çünkü artık onay aramıyordu. O gece defterine son bir cümle daha yazdı:  
“Ben artık kendi çatımın altındayım. Ve bu çatı, benim kararlarımla kuruldu.”

07.10.2025
Mesime Elif Ünalmış 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

YARDIMLAŞMA

               YARDIMLAŞMA ⭐ Tayfun, diğer arkadaşlarıyla teneffüse çıkmış, okul bahçesinde oynuyordu. Etrafında durmaksızın koşturan çocuklara bakıyordu. Tayfun, sakin bir çocuk olduğundan genelde bir köşede oturup arkadaşlarını izliyordu. Tayfun, peşinde koşturan sınıf arkadaşının düştüğünü görünce yerinden fırlayarak yardıma koştu. Gökhan fena düşmüştü ve acı içinde kıvranıyordu. Hemen ardından nöbetçi öğretmen yetişti ve Gökhan'ın yardımına koştu. Öğretmen ambulansı çağırarak Gökhan'ın hastaneye gitmesini sağladı. Ambulansın gelmesini beklerken, komşulardan biri olan Tayfun'un annesi, Gökhan'a ve öğretmenlere yardımcı olmak için geldi. Tayfun, arkadaşı için çok üzülmüştü. O günden sonra, müdür bey çocukların kolektif oyunlar oynamaları için belli kurallar çerçevesinde güzel oyunlar oynamalarını teşvik edecek konuşmalar yaptı. Koşturmadan da güzel oyunlar oynayabileceklerini hatırlattı. Bu olay, Tayfun'un arkadaşlarına daha çok yardım etmeye ba...

KAVRAMSAL ÖYKÜLER

🌼  Sevgi🌼 Dilek, henüz 1. sınıfa gidiyordu. Sapsarı saçları ve mavi gözleriyle çok sevimliydi. Dilek, okulun açılmasıyla yeni arkadaşlar edinmiş ve okuluna iyice alışmaya başlamıştı. Yeni şeyler öğrenmek onu heyecanlandırıyordu. Okulu çok seviyordu ve arkadaşlarını da çok değerli buluyordu. Ancak en çok arkadaşı Semra'yı seviyordu. Semra'nın babası öğretmen olduğu için başka bir okula tayin olmuştu ve Semra'dan ayrılmak zorunda kaldı. Dilek bu duruma çok üzülmüştü. Ancak annesi durumu kabul etmesi için Dilek'i karşısına alarak durumu izah etti. Annesi, Dilek'in dilediği zaman Semra'yı arayabileceğini söyledi. Dilek bunun üzerine çok sevindi. O günden sonra bütün dikkatini okula vererek yeni şeyler öğrenmeye devam etti. Aradan geçen zaman içinde arkadaşlarını aramayı da ihmal etmedi. Dilek, yeni arkadaşlar edinmeye ve sınıfında daha aktif olmaya devam etti. Semra'yla da sık sık telefonla konuşarak bağlarını koparmadı. Okulda öğrendiği yeni bilgileri ve ya...

Hatay Depreminin İkinci Yıldönümü: Yıkımın ve Umudun İzleri

  Hatay'da depremin üzerinden iki yıl geçti. Ancak, bu doğal afetin açtığı yaralar hala sarılmayı bekliyor. Depremzedeler, yaşadıkları acıları ve çaresizlikleri unutamıyor. Onların hikayeleri, bizlere dayanışmanın ve insanlığın önemini hatırlatıyor. Depremde evlerini, sevdiklerini kaybeden insanlar, yeni bir hayat kurma çabası içinde. Bu zorlu süreçte, birbirlerine destek olarak ayakta kalmaya çalışıyorlar. Her şeye rağmen umutlarını yitirmeyen depremzedeler, yarınlara daha güçlü bakma arzusu taşıyor. Depremin getirdiği yıkımın ardından, hayatlarını yeniden inşa etmeye çalışan bu insanların sesine kulak vermek ve onların yaşadığı zorlukları anlamak, hepimiz için bir sorumluluk. Bir daha bu acıların yaşanmaması için, toplum olarak bilinçli ve duyarlı olmalıyız. Bu yıldönümünde, depremzedelerin acılarını ve çaresizliklerini unutmamak için bir kez daha hatırlatmak istiyoruz: Yaşananlardan ders çıkararak, gelecekte daha sağlam adımlar atmalıyız. Bu süreçte en önemli şey, dayanışma v...