Birinci Bölüm
Kırılmadan Konuşmak: Hazal’ın İçsel Yolculuğu
Hazal, sabahları erkenden uyanmayı alışkanlık haline getirmişti. Uykusuzluk onunla özdeşleşmişti artık; başını yastığa koyduğu anda zihni geçmişin sayfalarını açıyor, çocukluğunun izlerini birer sahne gibi önüne seriyordu. O sabah da farklı değildi. Odanın duvarlarında annesinin sabah ezanıyla mutfağa geçişi, babasının ayakkabılarını giyerken çıkardığı ses, kardeşlerinin uykulu mırıltıları yankılanıyordu. Ama Hazal artık bu sahnelerin sessiz izleyicisi değil, anlatıcısı olmak istiyordu.
Kendi değerini keşfetmek onun için bir tercih değil, bir ihtiyaçtı. Yıllarca başkalarının tanımlarıyla yaşamıştı: “Sabırlısın”, “Fedakârsın”, “Örnek olmalısın.” Bu etiketler, kimliğini şekillendirmiş ama ruhunu yormuştu. Psikolojide buna dışsal tanımlama denir; birey başkalarının gözünden kendini tanımladığında, içsel boşluk kaçınılmaz olur. Hazal bu boşluğu artık taşıyamıyordu.
Üniversite yıllarında felsefeye ilgi duymaya başlamıştı. Simone de Beauvoir’ın “Kadın doğulmaz, kadın olunur” cümlesiyle karşılaştığında, iç dünyasında bir kıvılcım yanmıştı. Kadınlık, kimlik, değer… Hepsi yeniden sorgulanmaya başlamıştı. İlk kez kendini bir birey olarak düşünüyordu. Ailesinden, toplumdan, eşinden bağımsız bir “ben” arayışı doğuyordu içinde.
Murat’la tanıştığında, onun ilgisi Hazal’a eksik hissettiği değeri tamamlar gibi gelmişti. “Sen farklısın,” demesi Hazal’ın içini ısıtmıştı. Ama bu dışsal onay geçiciydi. Kendi değerini başkasının gözünden tanımlamaya çalıştıkça daha da kayboluyordu. Murat’ın ilgisi zamanla taleplere, sonra baskılara dönüşecekti. Ama o zamanlar bunu göremiyordu.
Evlilik, Hazal için özgürlük gibi görünmüştü. Kendi evine çıkmak istiyordu. Ama toplum yalnız yaşayan kadını “tehlikeli” buluyordu. Evlilik onun için bir kaçış olmuştu. Murat’la evlendi. Farklı kültürlerden gelen iki insan aynı evde çatışmaya başladı. Murat’ın değer yargıları Hazal’ın hayallerini boğuyordu. Ama Hazal bu boğulmanın içinde kendi nefesini arıyordu.
Bir gece mutfakta tek başına otururken, kendi kendine konuşmaya başladı: “Ben kimim? Ne istiyorum? Ne hissediyorum?” Bu sorular onun içsel uyanışının başlangıcı oldu. Artık başkalarının ne düşündüğü değil, kendisinin ne hissettiği önemliydi. Psikolojide buna öz farkındalık denir. Hazal korkularını, arzularını, hayallerini tanımaya başladı. Ve ilk kez kendine şunu söyledi: “Ben değerliyim. Çünkü varım.”
Bu farkındalık kolay kazanılmamıştı. Ekonomik olarak bağımlıydı. Kendi parasını kazanamıyor, Murat’ın maaşıyla geçiniyordu. Bu bağımlılık özgürlük arayışını zorlaştırıyordu. Yoksulluk sadece maddi değil, duygusal bir yoksunluk da yaratıyordu. Hazal bu yoksunluğu aşmak için üretmeye karar verdi. Yazmaya başladı. Küçük notlar, küçük hayaller… Her kelime içindeki boşluğu biraz daha dolduruyordu.
Felsefi olarak düşündüğünde, insanın değeri neye dayanıyordu? Rolüne mi? Gücüne mi? Yoksa sadece varlığına mı? Hazal bu soruların cevabını ararken kendi hikâyesini yazmaya başladı. Artık başkalarının hikâyesinde bir yan karakter değil, kendi hikâyesinin başrolüydü.
Bir sabah aynaya baktığında kendini farklı gördü. Gözlerinin altındaki yorgunluk, yaşadığı mücadelelerin iziydi. Ama bu izler onun değerinin bir parçasıydı. Artık kendini eksik değil, eksiklerine rağmen değerli hissediyordu. Bu onun için bir devrimdi.
Hazal’ın içsel yolculuğu başlamıştı. Artık kendi değerini başkalarının gözünden değil, kendi kalbinden tanımlıyordu. Bu sadece bir başlangıçtı. Ama en zor adım atılmıştı: Kendini fark etmek.
03.10.2025
Mesime Elif Ünalmış
Yorumlar
Yorum Gönder
Merhaba sevgili okuyucular, paylaştığım hikayeler ve yazılar hakkındaki düşüncelerinizi çok merak ediyorum! Yorumlarınız benim için çok değerli. Lütfen görüşlerinizi ve önerilerinizi paylaşmaktan çekinmeyin. Hep birlikte daha güzel bir topluluk oluşturalım! ✍️