Ana içeriğe atla

Altıncı Bölüm Tılsımlı Meyveler



 Altıncı Bölüm Tılsımlı Meyveler


Zaman, masalın ruhunu taşıyan bir nehir gibidir — bazen durgun, bazen çağlayan, ama hep derin. Güven, o nehrin ortasında büyümüştü; artık bir çocuk değil, geçmişle yüzleşmiş, kalbiyle karar almayı öğrenmiş bir gençti. “Aynadaki Ağaç”tan döndüğünden beri suskundu. Çünkü bazı sessizlikler düşünceden değil, duadan doğar.  


Ablaları Fürüze ve Nevra’nın mutluluğu, yıllar içinde kendi yollarında filizlenmişti.  

Fürüze’nin tarlaları bereketliydi, Nevra’nın evi ise huzurlu.  

Ama Nevra’nın bir yanı, hep eksikti.


Bir sabah, Güven onu pencere önünde buldu. Rüzgâr yapraklara değil, yüzlerine dokunuyordu.  

 “Dün gece uyumadım,” dedi Nevra. “Bir ses, içimde... çok derinden... ‘bekliyorum’ diyordu.”  

 “Kim bekliyor olabilir?” diye sordu Güven.  

Nevra gözlerini kırpmadan cevapladı: 

“Bilmiyorum. Ama bana benzeyen biri.”

O gece Güven, eski bir çağrının yankısını duydu: Zehirli Ağaç.  

Bir zamanlar korkulan, şimdi ise yarı lanetli yarı uyanmış bir ruhtu o. Güven daha önce onunla nice sınavlardan geçmişti. Ama bu sefer gidişi kendisi için değildi.  

Bu defa, kalbi başka birinin duasını taşıyordu.


Ay gökyüzünde yarımken ormana doğru yürüdü. Karanlık değil, belirsizlik tırmandı içine.  

 “Ya bu defa ağaç konuşmazsa?”  

 “Ya umut, beklenmeyecek kadar geçse?”  


Ama ağaç onu bekliyordu.  

Gövdesi sessiz, dalları ağır.  

Yaklaştığında yapraklar titredi.  

Ağaç derinden konuştu:  

 “Biliyorum… Nevra.”  


O an ağacın gövdesinden üç farklı meyve uzandı.  

Her biri farklı renkte, farklı tonda ışıltılı:  

 Biri ay ışığı kadar beyaz  

 Biri kehribar kadar sıcak  

 Biri göğün mavisi gibi derin


Ağaç dedi ki:  

 “Nevra’ya götür. Her ay birini yesin. Her lokmada şunu içinden geçirsin:  

Güzel ve sağlıklı bir çocuk istiyorum.’  

 Ama unutma: Her dileğin bir yankısı olur.”  


Güven meyveleri gümüş renkli bir beze sardı, Nevra’nın kapısını çaldı.  

Nevra gözlerini açtığında, karşısında kardeşini değil, sanki bir mucizenin habercisini buldu.  

“Bunlar ne?”  

 “İlk iki kelimesi: umut ve sabır. Üçüncüsü sende doğacak.”  


Nevra, eline aldığı meyvenin dokusunda kalbinin nabzını hissetti.  

İlk meyveyi yediğinde rüyasında küçük bir bebek gördü.  

İkincisini yediğinde içinden bir koku geçti — ıslak toprağa düşen süt gibi sıcak.  

Ve sonra... üçüncü ay geldi.


Ama meyve... yoktu.


Dolabı aradı. Sandığı açtı. Battaniyeleri havalandırdı. Meyve, sanki hiç olmamış gibiydi.  


Ve sonra, sabahın erken saatlerinde kapı çaldı.  

Nevra açtığında karşısında Güven vardı.  

Hiçbir şey demeden, gözleriyle sordu:  

 “Ne oldu?”  

Nevra mırıldandı:  

 “Kaybettim. Korumaya çalışırken... ben kaybettim Güven.”  


Güven’in içinde ağır bir çınlama yükseldi.  

“Son” kelimesi gibi keskin.  

Hiç cevap vermedi.  

Sırtını dönüp yürümeye başladı.  

Zeynel Efendi o esnada bahçedeydi. Hiçbir şeyden habersiz, gülümsüyordu.


Güven yeniden Zehirli Ağaç’a gitti.  

Ama bu kez, kalbinde karamsarlık çırpınıyordu.  

Ağaç bir süre sessiz kaldı. Sonra sakince fısıldadı:  

 “Nevra’nın duası duyuldu. Karnına bir tohum düştü. Ama... eksik bir dokunuşla.”  

“Ne eksik?”  

 “Yürüyemeyecek. Üç meyve, üç adım gibidir. Sonuncusu başka yöne gitti.”  

Güven başını eğdi.  

Ama ağaç devam etti:  

 “Bir yol hâlâ var. Eğer Nevra, çocuğunu bir yıl boyunca her gün benim gölgemde emzirirse, o çocuk yürür. Ve ben… Zehirli Ağaç olmaktan çıkarım.”  


Güven sadece başını salladı.  

Ertesi sabah bunu Nevra’ya anlattığında, ablasının gözlerinden bir damla süzüldü.  

Ama ardından dudakları şöyle mırıldandı:  

 “Bir çocuğum olacaksa… ben yürürüm onun yerine, bir yıl, bin gün, ömrüm boyunca.”  


Ve beklenen gün geldi.  

Nevra bir kız çocuk dünyaya getirdi.  

Minik elleri hayata tutunmuştu, ama ayakları hareketsizdi.


Ertesi gün başladılar.  

Gün doğmadan önce, Nevra bebeğini alıyor, Zehirli Ağaç’a yürüyordu.  

Orada gövdenin önüne oturuyor, çocuğunu emziriyordu.  

Ve her emzirişten sonra…  

Sütünden üç damla, ağacın gövdesine damlıyordu.  

Sessizce. Sabırla. Sevgiyle.


Bir yıl böyle geçti.  


Ve sonra bir sabah…  

Küçük kız doğruldu.  

Ayak parmakları toprağa değdi.  

İlk adımıyla, ağacın köklerinden mor bir çiçek açtı.  

Zehirli Ağaç sarsıldı.  

Dallarında ilk defa çocuk kahkahasına benzeyen bir rüzgâr esti.  


Ama ağaç fısıldadı:  

 “İçimde hâlâ bir gölge var. Lanetin asıl sahibi... hâlâ bir yerlerde. Gargamel burunlu kadının bedduası kalkmadan tam şifa gelmez.”  


Güven o gün ağacın gövdesine dokundu.  

 “Tamam. Bu yolculuk bitmedi. Ama biz… yürümeye başladık.”  


Ve o anda, içindeki bir ses şöyle dedi:  

 “Henüz doğmamış bir çocuk daha var. Onun adımı, her şeyi tamamlayacak…”

 Bazı meyveler yalnızca çiçek açmaz.  

Bir kadını anneye, bir ağacı kalbe, bir dua... dünyaya dönüştürür.

06.07.3025

Yazan;  Mesime Elif  Ünalmış 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

YARDIMLAŞMA

               YARDIMLAŞMA ⭐ Tayfun, diğer arkadaşlarıyla teneffüse çıkmış, okul bahçesinde oynuyordu. Etrafında durmaksızın koşturan çocuklara bakıyordu. Tayfun, sakin bir çocuk olduğundan genelde bir köşede oturup arkadaşlarını izliyordu. Tayfun, peşinde koşturan sınıf arkadaşının düştüğünü görünce yerinden fırlayarak yardıma koştu. Gökhan fena düşmüştü ve acı içinde kıvranıyordu. Hemen ardından nöbetçi öğretmen yetişti ve Gökhan'ın yardımına koştu. Öğretmen ambulansı çağırarak Gökhan'ın hastaneye gitmesini sağladı. Ambulansın gelmesini beklerken, komşulardan biri olan Tayfun'un annesi, Gökhan'a ve öğretmenlere yardımcı olmak için geldi. Tayfun, arkadaşı için çok üzülmüştü. O günden sonra, müdür bey çocukların kolektif oyunlar oynamaları için belli kurallar çerçevesinde güzel oyunlar oynamalarını teşvik edecek konuşmalar yaptı. Koşturmadan da güzel oyunlar oynayabileceklerini hatırlattı. Bu olay, Tayfun'un arkadaşlarına daha çok yardım etmeye ba...

KAVRAMSAL ÖYKÜLER

🌼  Sevgi🌼 Dilek, henüz 1. sınıfa gidiyordu. Sapsarı saçları ve mavi gözleriyle çok sevimliydi. Dilek, okulun açılmasıyla yeni arkadaşlar edinmiş ve okuluna iyice alışmaya başlamıştı. Yeni şeyler öğrenmek onu heyecanlandırıyordu. Okulu çok seviyordu ve arkadaşlarını da çok değerli buluyordu. Ancak en çok arkadaşı Semra'yı seviyordu. Semra'nın babası öğretmen olduğu için başka bir okula tayin olmuştu ve Semra'dan ayrılmak zorunda kaldı. Dilek bu duruma çok üzülmüştü. Ancak annesi durumu kabul etmesi için Dilek'i karşısına alarak durumu izah etti. Annesi, Dilek'in dilediği zaman Semra'yı arayabileceğini söyledi. Dilek bunun üzerine çok sevindi. O günden sonra bütün dikkatini okula vererek yeni şeyler öğrenmeye devam etti. Aradan geçen zaman içinde arkadaşlarını aramayı da ihmal etmedi. Dilek, yeni arkadaşlar edinmeye ve sınıfında daha aktif olmaya devam etti. Semra'yla da sık sık telefonla konuşarak bağlarını koparmadı. Okulda öğrendiği yeni bilgileri ve ya...

Hatay Depreminin İkinci Yıldönümü: Yıkımın ve Umudun İzleri

  Hatay'da depremin üzerinden iki yıl geçti. Ancak, bu doğal afetin açtığı yaralar hala sarılmayı bekliyor. Depremzedeler, yaşadıkları acıları ve çaresizlikleri unutamıyor. Onların hikayeleri, bizlere dayanışmanın ve insanlığın önemini hatırlatıyor. Depremde evlerini, sevdiklerini kaybeden insanlar, yeni bir hayat kurma çabası içinde. Bu zorlu süreçte, birbirlerine destek olarak ayakta kalmaya çalışıyorlar. Her şeye rağmen umutlarını yitirmeyen depremzedeler, yarınlara daha güçlü bakma arzusu taşıyor. Depremin getirdiği yıkımın ardından, hayatlarını yeniden inşa etmeye çalışan bu insanların sesine kulak vermek ve onların yaşadığı zorlukları anlamak, hepimiz için bir sorumluluk. Bir daha bu acıların yaşanmaması için, toplum olarak bilinçli ve duyarlı olmalıyız. Bu yıldönümünde, depremzedelerin acılarını ve çaresizliklerini unutmamak için bir kez daha hatırlatmak istiyoruz: Yaşananlardan ders çıkararak, gelecekte daha sağlam adımlar atmalıyız. Bu süreçte en önemli şey, dayanışma v...