Ana içeriğe atla

Yedinci Bölüm Güven"in Ailesi

 


Yedinci Bölüm Güven"in Ailesi 


Gölgeli Kasaba’da mevsimler yeniden dönerken, artık zamanın yürüyüşü Güven’in kalbinden geçiyordu. Kardeşlerinin dört bir yana kurdukları yuvalar, yıllar öncesinin kırgınlıklarını toprağın derinine gömmüş gibiydi. Artık geçmiş yalnızca bir öğretmendi; ne zincir, ne gölge. Fürüze başka bir köye gitmişti, Nevra ise hâlâ onun yanındaydı. Güven için aile sadece kana değil, birlikte yaşanmışlıklara dokunan bir bağdı. O yüzden kendi yuvayı kurmadan önce Nevra’nın gözlerinin ardındaki yalnızlığı kaldırmak istiyordu. Derinlerde sakladığı bir arzu değil, öncelikli bir görevdi bu.


Ve sonunda Nevra" ya sevgiyle yaklaşan bir talip çıktı. Ne başlık parası istendi, ne gösterişli vaatler. Sadece kalplerin dili konuştu. Düğün üç gün üç gece sürdü. Kasaba meydanına kurulan dev ateşin etrafında ziller çaldı, eller tutuştu, yaşanmışlıklar şarkılarla silindi. Nevra , sevdiği adama varırken, Güven usulca bir köşeden izledi; kalbi hem hafiflemiş hem eksilmişti. O gece yıldızlara bakarken içinden yalnızca şu cümle geçti: “Artık ben eksik kaldım.”


Zaman ırmağı sessizce aktı. Güven, sabah hayvanlarına yem verirken, akşam çarşıya uğradığında çevresindeki tüm insanlara sevgiyle yaklaşıyor, ama içindeki sessiz bekleyişi kimseye göstermiyordu. Ailesi tamam görünse de içindeki kökler hâlâ aradığı bir dalı bulamamıştı. Ve bir sonbahar günü, bu dal karşısına çıktı.


Ayakkabıcı dükkânının küçük camından içeri bakan gözleriyle yakaladı onu: ince bir silüet, narin ama güçlü bir duruş, su gibi omuzlarına dökülen saçlar. Bahar’dı adı. Güven, kalbine ilk kez bu kadar acele eden bir şeyin düştüğünü fark etti. Alışverişini tamamlayıp çıkan bu genç kadın, rüzgâra usulca karışmış bir dua gibiydi. Onu takip etmedi; sadece gözleriyle gittiği yönü izledi. Ertesi sabah yine aynı yerde, yine aynı saatte durdu. Bahar balkona çıktığında göz göze geldiler. Sessiz, ama yankılanan bir andı. Bir sonraki gün aynı bakış tekrarlandı, sonra bir selâmla, ardından birkaç kelimeyle konuşmalar başladı. Aileler görüştü. Bahar’ın ailesi Güven’i duyduklarıyla değil, bakışlarındaki dürüstlükle tanıdı. Ve evet dediler.


Gelin alayı kuruldu. Gökyüzü düğün gecesi hiçbir bulut saklamadı. Bahar’ın duvağı açıldığında, Güven’in bakışlarında parlayan ışıkla bütün kasaba bir anda sustu. Bu sustukları şey mutluluktu. Sonra yıldızlar döküldü gökyüzünden—ama hiçbiri düşmedi. Sanki her biri bu aşkı izlemek için orada durmuştu. Güven’le Bahar yemin ettiler: bir ağacın kökleri gibi, rüzgâr esse de birbirlerinden kopmadan büyümeye söz verdiler.


Evlerinde sevgiyle örülmüş sessiz bir barış vardı. Bahar, sabahları Güven’in saçını okşayarak uyandırıyor, Güven gün biterken Bahar’a iki elinle tuttuğun ekmek gibi bakıyordu. Bir yıl sonra Bahar gözlerinde sabırsız bir umutla Güven’i bekledi. Kapı açıldığında, "Bir şey söyleyeceğim" dedi.


Güven susarak yaklaştı. “Anne oluyorum,” dedi Bahar. Bu cümle Gölgeli Kasaba’da on yıllardır yankılanmamış bir ezgiyi uyandırdı. Güven’in kalbi atmadı, yürüdü sanki. Bahar’a sarıldığında ilk kelimesi bu oldu: “Teşekkür ederim.”


Günler geçtikçe Bahar’ın teni aydınlandı, yüzü ışıkla doldu. Ve doğum gecesi, kasabanın ortasında toprak aniden çatladı. Kimse korkmadı. Sadece toprağın içinden mavi bir rüzgâr yükseldi. Umut doğdu. Güven’in oğlu. Saçları babasınınkinden bile parlak, gözleri annesinin göğsü kadar derin. Onu ilk defa kucağına aldığında bir ağacın altında oturmuş gibiydi Güven: hem korunmuş, hem sarsılmış.


Umut büyüdü. Sessizdi. Ama bu sessizlik onun seçimi değildi, doğasıydı. Eşyalarla konuştu, hayvanlarla göz göze geldi. Dört yaşında bir sabah Güven’i kolundan çekip dışarı çıkardı. Ormanda yürürken birden durdu. Ağaçların bir kısmı sararmıştı, dalları aşağı eğilmişti. Umut parmağıyla göstererek, “Baba,” dedi, “bu ağaçlar üzgün.” Güven şaşırdı. “Neden?” diye sordu. Umut, “Çünkü fabrika dumanı onları boğuyor,” dedi.


O an Güven’in kalbinde yıllardır taşımadığı bir sorumluluk uyandı. Oğlunun gözünden gökyüzü kirli görünüyorsa, o zaman dünyanın temizlenmesi gerekiyordu. Aylar sonra halk oylamasıyla belediye başkanı seçildi. Fabrikaların yerini değiştirmek için başvurular yaptı. İlk yanıt ret oldu. İkinci de. Ama yılmadı. Her olumsuzluğun ardından gece bir kağıda oğlunun ismini yazdı ve cebinde taşıdı: "Bu benim sebebim."


Sonunda başarıya ulaştı. Fabrikalar yaşam alanlarından uzaklaştırıldı. Rüzgâr, eski yollarına geri döndü. Solmuş ağaçların yaprakları yeniden yeşerdi. Kuşlar döndü. Ve o ilk sararmış ağacın dibinde bir çocuk yeniden oynadı.


Kasaba halkı Güven’e bakarken, artık yalnızca bir belediye başkanı değil, yeniden büyüten bir baba görüyordu. Bahar her sabah pencereyi açtığında dışarıdaki sessizliği dinliyor ve içinden şöyle diyordu: “Güven sadece bana değil, bu toprağa da yuvam oldu.”


Ve Umut… artık her sabah babasına sadece "Günaydın" demiyordu.  

"Bugün dünyayı nasıl daha güzel yapabiliriz?" diye soruyordu.


Bazen bir aile sadece birlikte oturulan bir sofra değildir.  

Bazen bir aile, kalpten yayılan bir ışığın çevresine sardığı herkestir.


Ve işte o ışığın adı bu masalda hep aynı kaldı.  

Güven.  

 Mini Anket – Ailenin Kalpte Büyüyen Hâli

1. Güven’in önce Fürüze’ye yuva kurdurması seni nasıl etkiledi?  

▫️ Merhametli bir kardeşlik örneği  

▫️ Bir lider gibi davranışı  

▫️ Kendi yarasını erteleyen bir ruh

2. Bahar’la göz göze geldikleri sahne sana ne hissettirdi?  

▫️ Gerçek aşkın sessizliği  

▫️ Kaderin rüzgârla fısıldaması  

▫️ Anlamadan anlaşmanın büyüsü

3. Umut’un doğaya karşı duyarlılığı ve Güven’in onun için başlattığı mücadele sence neyi temsil ediyor?  

▫️ Bir çocuğun bir toplumu değiştirme gücünü  

▫️ Babadan oğula geçen merhameti  

▫️ Masallarda bile doğanın kurtarılması gerektiğini  

💬 Bu bölümde seni en çok etkileyen sahne neydi?  

Ve eğer sen Güven’in yerinde olsaydın, oğluna nasıl bir gelecek bırakmak isterdin?

06.07.2025

Yazan: Mesime Elif Ünalmış 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

YARDIMLAŞMA

               YARDIMLAŞMA ⭐ Tayfun, diğer arkadaşlarıyla teneffüse çıkmış, okul bahçesinde oynuyordu. Etrafında durmaksızın koşturan çocuklara bakıyordu. Tayfun, sakin bir çocuk olduğundan genelde bir köşede oturup arkadaşlarını izliyordu. Tayfun, peşinde koşturan sınıf arkadaşının düştüğünü görünce yerinden fırlayarak yardıma koştu. Gökhan fena düşmüştü ve acı içinde kıvranıyordu. Hemen ardından nöbetçi öğretmen yetişti ve Gökhan'ın yardımına koştu. Öğretmen ambulansı çağırarak Gökhan'ın hastaneye gitmesini sağladı. Ambulansın gelmesini beklerken, komşulardan biri olan Tayfun'un annesi, Gökhan'a ve öğretmenlere yardımcı olmak için geldi. Tayfun, arkadaşı için çok üzülmüştü. O günden sonra, müdür bey çocukların kolektif oyunlar oynamaları için belli kurallar çerçevesinde güzel oyunlar oynamalarını teşvik edecek konuşmalar yaptı. Koşturmadan da güzel oyunlar oynayabileceklerini hatırlattı. Bu olay, Tayfun'un arkadaşlarına daha çok yardım etmeye ba...

KAVRAMSAL ÖYKÜLER

🌼  Sevgi🌼 Dilek, henüz 1. sınıfa gidiyordu. Sapsarı saçları ve mavi gözleriyle çok sevimliydi. Dilek, okulun açılmasıyla yeni arkadaşlar edinmiş ve okuluna iyice alışmaya başlamıştı. Yeni şeyler öğrenmek onu heyecanlandırıyordu. Okulu çok seviyordu ve arkadaşlarını da çok değerli buluyordu. Ancak en çok arkadaşı Semra'yı seviyordu. Semra'nın babası öğretmen olduğu için başka bir okula tayin olmuştu ve Semra'dan ayrılmak zorunda kaldı. Dilek bu duruma çok üzülmüştü. Ancak annesi durumu kabul etmesi için Dilek'i karşısına alarak durumu izah etti. Annesi, Dilek'in dilediği zaman Semra'yı arayabileceğini söyledi. Dilek bunun üzerine çok sevindi. O günden sonra bütün dikkatini okula vererek yeni şeyler öğrenmeye devam etti. Aradan geçen zaman içinde arkadaşlarını aramayı da ihmal etmedi. Dilek, yeni arkadaşlar edinmeye ve sınıfında daha aktif olmaya devam etti. Semra'yla da sık sık telefonla konuşarak bağlarını koparmadı. Okulda öğrendiği yeni bilgileri ve ya...

Hatay Depreminin İkinci Yıldönümü: Yıkımın ve Umudun İzleri

  Hatay'da depremin üzerinden iki yıl geçti. Ancak, bu doğal afetin açtığı yaralar hala sarılmayı bekliyor. Depremzedeler, yaşadıkları acıları ve çaresizlikleri unutamıyor. Onların hikayeleri, bizlere dayanışmanın ve insanlığın önemini hatırlatıyor. Depremde evlerini, sevdiklerini kaybeden insanlar, yeni bir hayat kurma çabası içinde. Bu zorlu süreçte, birbirlerine destek olarak ayakta kalmaya çalışıyorlar. Her şeye rağmen umutlarını yitirmeyen depremzedeler, yarınlara daha güçlü bakma arzusu taşıyor. Depremin getirdiği yıkımın ardından, hayatlarını yeniden inşa etmeye çalışan bu insanların sesine kulak vermek ve onların yaşadığı zorlukları anlamak, hepimiz için bir sorumluluk. Bir daha bu acıların yaşanmaması için, toplum olarak bilinçli ve duyarlı olmalıyız. Bu yıldönümünde, depremzedelerin acılarını ve çaresizliklerini unutmamak için bir kez daha hatırlatmak istiyoruz: Yaşananlardan ders çıkararak, gelecekte daha sağlam adımlar atmalıyız. Bu süreçte en önemli şey, dayanışma v...