Sekizinci Bölüm – Umut’un Gözleri
Kış bir gece vakti ansızın çökmüştü kasabaya. Soğuk, camlara uğramıyor; doğrudan kalplerin kıvrımlarına işliyordu. Güven o gece huzursuzdu. Evin içinde dolaşıp duruyor, ocakta kaynayan ıhlamurun buharında bir tür sessizlik kokusu alıyordu. Bahar onu izliyordu uzaktan. “Bir şey mi olacak?” demedi, ama anneliğin iç sesiyle biliyordu: Rüzgâr değişmişti.
O gece Umut ilk kez rüyasında konuştu. Altı yaşında bile değildi, ama uyandığında gözleri bir yetişkinin gördüğü korkuyu saklıyordu. “Baba,” dedi sessizce, “sana bir yer göstermek istiyorum.” Güven bu cümlede bir oyun, bir fantezi aradıysa da o gözlerdeki ton… daha önce o ağacın dibinde, kendisine dilek teklif edildiğinde hissettiği titreşime çok benziyordu.
Sabah olurken, kar ince bir örtü gibi her yeri sarmıştı. Umut babasının elini tuttu. Sanki yolu biliyor gibiydi. Köyün dışına, eski mezar taşlarının üzerinden geçerek ormanın derinine vardılar. Hiç konuşmadan, sadece birbirlerine bakarak yürüdüler. Derken Umut, suskunluğun ortasında dizlerinin üzerine çöktü. “Burası,” dedi. “Burada, ağaçların altında bir göz var. Göz, beni bekliyor.”
Güven başta şüpheyle yaklaştı, ama sonra toprağın üstünde bir desen fark etti. Kar erimişti. Daire biçiminde açılmış, kıvrılarak iç içe geçmiş kök çizimleri… Ve tam ortasında bir taş: düz, yuvarlak ve parlayan. Üzerinde bir yazı vardı. Ne kazınmıştı, ne çizilmişti — sadece okunuyordu, ama seslenmeden:
“Bu kökün tohumu yalnızca gören gözle açılır.”
Umut eğildi, eliyle taşa dokundu. Taş birden eriyen bir duman gibi silindi. Yerine boşluk açıldı. Boşluk yavaşça bir çarka dönüştü; döndükçe içinden ışık değil, ses çıkıyordu. Eski bir lisanla fısıldayan bir ses: “Hoş geldin, Görücü.”
Birden yer çöktü. Umut yok oldu. Güven bağırdı. Adını haykırdı. Ama cevap gelmedi. Ve yer, kendini kapattı. Bahar o gece evin camında bekledi. Ay bile görünmüyordu. Güven, yere diz çökmüş, elleriyle toprağı eşeliyordu. Ardından rüzgâr fısıldadı:
“Sakın arama… ama bekle.”
Umut gözlerini açtığında karanlık yoktu. Işık da yoktu. Ama her şey görünüyordu. Korkmuyordu. Çünkü etrafındaki her şey onun bildiği renkteydi. Gözleri onun iç dünyasının aynası olmuştu. Karşısında üç figür belirdi. Her biri bir insan silueti taşıyor, ama yüzleri yoktu. Ve konuşmaya başladılar.
“Senin doğduğun gün, Zehirli Ağaç bir yaprak fısıldamıştı. Yaprak demişti ki: Bu çocuk yalnızca insanları değil, doğayı da dinler.”
“Şimdi sana bir şey göstereceğiz,” dediler.
“Kendini.”
Umut’un karşısında bir göl iki. Yüzeyinde önce kendini gördü. Sonra babasını. Sonra annesini. Ardından ağaçlar. Toprak. Kuşlar. Ve en sonunda… kendisi tekrar. Ama bu sefer gözleri göz değil, orman gibiydi. Dalları içinden fışkırıyor, nefes aldığı her anda bir çiçek açıyordu.
“Senin gözlerin yalnızca görmek için değil.
Göze alınmayanı açığa çıkarmak için.”
Sonra üç figür birleşti. Tek bir varlık oldular. Adı yoktu. Ama sesi vardı. Ses dedi ki:
“Dünya bir gölgeden geçti. Ve bazı çocuklar, o gölgeyi taşımak için doğdu.”
Umut sordu: “Ben ne taşıyorum?”
Cevap şu oldu:
“Gölgeden sonrası.”
O sırada kasabada zaman durmuş gibiydi. Güven günlerce ormanın kenarında kamp kurmuştu. Bahar hiç konuşmuyordu. Komşular endişeliydi ama hiçbiri ne olduğunu tam anlamamıştı. Derken bir gece — altı gün sonra — tam ay ortasında dururken, o eski taş tekrar ortaya çıktı. Üzerinde yeni bir yazı vardı: “Gözler açıldığında, tohum uyanır.”
Ve toprak bir kez daha yarıldı.
Bu kez Güven içine adım attı. Hiçbir şey sormadan, hiçbir şey beklemeden… Umut’a ulaşmak için.
Ama orada ne merdiven vardı, ne yol. Sadece… sesler. Güven yürüdü. Her adımında geçmişin yankıları geldi kulaklarına. Babasının “bu meyve garip” diyen sesi. Annesinin sancıdaki çığlığı. Ebe Ebru’nun titreyişleri. Zehirli Ağaç’ın fısıltısı. Derken o ses kesildi. Umut’un sesi geldi: “Baba… beni duyuyorsan, ben buradayım. Ama artık yalnız değilim.”
Ve birden yerde bir ışık patladı. Güven eğildi. Umut oradaydı. Ama sadece bedeni değil — onun gözleri, şimdi babasına aynayı tutuyordu. Güven, kendi içindeki çocuğa baktı. Tüm yılların acısını, suskunluğunu, korkusunu… Ve sarıldılar. Ne tek kelime söylediler, ne bir soru sordular. Çünkü orada ne acı vardı, ne açıklama. Sadece hak edilmiş bir birleşme.
Tohum şimdi onların ikisinde de çarpıyordu.
Geri döndüler. Toprak yavaşça kapandı. Ve kasabada o sabah ilk kez kendiliğinden çiçek açtı bazı dallar. Umutla döndü. Yüzünde bir şey vardı: Ne çocuk, ne yetişkin. Ama sadece görenin fark edeceği bir ışık. Ve o gün, Zehirli Ağaç kuruyan son dalından yeniden bir tomurcuk verdi.
Hiçbir fırtına esmeden.
Sadece… bir çocuğun gözleriyle yeniden uyanarak.
Mini Anket – Gölgeden Sonraki Işık
1. Umut’un rüyalarla başlayan yolculuğu, sence onu nasıl bir geleceğe hazırlıyor?
▫️ Manevi bir liderliğe
▫️ Doğa ve insan arasındaki dengeyi korumaya
▫️ Kendi benliğini anlamaya ve başkalarına ışık olmaya
2. “Gözler görmek için değil, göze alınmayanı açmak içindir” fısıltısı sana ne düşündürdü?
▫️ Derin duygular sözlerle değil, sezgiyle fark edilir
▫️ Herkesin içinde sakladığı bir hakikat vardır
▫️ Gerçeği görmenin bedeli, kolay değildir
3. Güven’in hiçbir şey sormadan Umut’un peşinden gitmesi, sence bir fedakârlık mıydı yoksa bir inanç eylemi mi?
▫️ Hem fedakârlık hem ruhsal bağ
▫️ Kalpten gelen bir teslimiyet
▫️ Babaların içgüdüsüne yazılmış bir refleks
💬 Yorumlarda fısılda:
Umut’un gözlerinden sen kendine ne yansıttın?
Ve seni böyle bir yolculuğa çağıran bir rüya olsaydı, adım atar mıydın?
07.07.2025
Yazan: Mesime Elif ÜNALMIŞ
Yorumlar
Yorum Gönder
Merhaba sevgili okuyucular, paylaştığım hikayeler ve yazılar hakkındaki düşüncelerinizi çok merak ediyorum! Yorumlarınız benim için çok değerli. Lütfen görüşlerinizi ve önerilerinizi paylaşmaktan çekinmeyin. Hep birlikte daha güzel bir topluluk oluşturalım! ✍️